31 Aralık 2008 Çarşamba

yeni gün - yeni ay - mütemadiyen yeni yıl...

Yeni yıl için bu yıl bir şey yapmanın çoşkusu içindeyim. Etrafımda hediye peketleri olması şart değildir hediye pakedi benimdir (evet fazla iddalı oldu) mantığından hareketle bu yılı çoşkuyla karşılamamam için elimde geçerli nedenler olmadığını farkettim.

O zaman mutluyum.

Öyleyse, önümüzdeki 365 gün 6 saat olacağını varsaydığımız bu rakamları belli, kendi bir o kadar belirsiz yıl için hep birlikte iyi şeyler dileyelim. Biliyorum bir çoğumuz aslında iyi dilekleri monoton hale getirdik. İçten dileklerimizi pozitif enerji ile söylemek için sakladığımız yerden çıkarma vakti geldi artık.
(nereye koyduğunu unutanlar yoktur umarım :)

Uzunca lafların en kısası, yazının özeti, yazılma amacı, ana başlık ve diğerleri kol kola girer:

Bu şarkı size gelsin...

Yeni yıl yeni yıl yeni yıl sizlere kutlu olsun...
yeni yıl yeni yıl yeni yıl sizlere mutlu olsun,
Eski yıl sona erdi yepyeni bir yıl geldi ( boşuna yaşadım 2008'i hissi)
Bu yıl olsun kutlu bir yıl bu yıl olsun hey hey,
Bu yıl olsun mutlu bir yıl bu yıl olsun hey hey...

En son ne zaman söyledik :)


28 Aralık 2008 Pazar

Ufacık tefecik - içi dolu kırıntıcık

Gökyüzüne dokundum sonunda...

2 günlük zaman diliminde astral seyahate çıkmış kadar oldum. Tek eksiğim buymuşçasına dolu dopdolu iki gün geçirdim...Neydi peki benim derdim yere göğe sığmıyordu bedenim :)

Küçük kurabiye dükkanı...

Adımımı kapından attığım daha ilk gün beni gülen yüzlerle karşılayan muhteşem aileye ne kadar teşekkür etsem azdır. Devamında da böyle olur umarım herşey böyle güzel gider ben dedim siz de deyin n'olur , maşallah zinciri oluşturalım el birliğiyle...Kapından el sallayarak geçirdikleri ikinci gün tecrübesi de var tabi. kavanozlara tıkıştırdığım tüm sıkıntı anlarımı köprüden geçerken boğazın serin sularına bırakmıştım o sabah. Akşam, düşünce balonumun içini nasıl dolduracağmı şaşırdım, mutluluktan aynı anda yüzlerce güzel şey düşündüm ve rengim değişti bir süre sonra...

Bu bünye meğerse mutluluk için nadasa bırakmış kendini ben bile farkına varmamışım. Biri olunca bir diğeri daha arkasından geliyormuş gerçekten( bilen bilir :)

''Hoşgeldin...''

Nasıl hoşbuldum bilemezsiniz.

O gün aslında kendime karşından baktığım 3. gündü sanırım...




22 Aralık 2008 Pazartesi

Bulutlara savaş açtım, güneşi saçıma taktım.

Normal şartlarda, '' ki bu sadece benim normalim'' yağmur bulutları havada birbirinin koluna girdikçe, yukarıdan da şanslı kişilerin yüzlerine uygun birer sıkıntı maskesi bırakırlardı. Artık o gün şanslı kişi kim olursa. Bunlardan biri de çoğunlukla ben olurdum. İstemeye istemeye havanın yoğun ısrarlarıyla o sıkıntı kılığını giymişliğim vardır efendim üzerinize afiyet. Çıkarmak istesen çıkarılmaz öyle yapış yapış bulaşıcı bir histir o. Açıkçası çok da şikayetçi olmamıştım bugüne kadar farkedip.

Günlerden bir gün, ki o gün tam da bugün...Yağmur sesiyle, görüntüsüyle kendime gülümsetici nedenler bularak günümün daha keyifli geçmesini sağladım. Şanslıyım :)

Yolda yürürken elinde şemsiyesiyle yanımdan geçenlerle yarış bile yaptım ama ekoseli şemsiyenin beni sollamasına engel olamadım. Sonra ben de puantiyeli olanı solladım ve önümde uzayan yolun tadını çıkardım rahat bir şekilde...biryandan da içimden,fısır fısır durmumuza uygun anonslar yaptım:

-evet şimdi pembeli şemsiye parkurda birinci sıradaki yerini alıyor, onu hızla takip eden bir yeşil şemsiye görüyoruz , rakip kendinden gayet emin o yol benim olacak diyerek geliyor...

Sonra o meşhur ağaçların olduğu sevgili evimin sokağında bir an yavaşlayıp soluklandım. Bu kez ağır adımlarla önümde uzanan ağaçlı yolun tüm kıvrımlarını ezberledim.

Gözüme takılan evlerin ışıklarının hangi yüzleri aydınlattığını düşünüp bir kez daha gülümsedim.

Eyvahlar olsun, yoksa bugün farketmeden minik bir pozitif baloncuk mu yuttum dedim :)

Kurabiye dükkanlarımı Fransa' da bile açtım. Bir değil bin şube oldu bir anda.

Sonra içeriden dışarıya huzur gönderen terzi teyzelerin evindeki telaşa, elindeki zümrüt yeşili kumaşa takıldı gözüm. ''Terzi mi olsam yoksa ben?'' bile dedim.

Kurabiye ile kumaşın birarada olduğu bir dükkan canlandı kafamda. Hatta haddimi aşıp kapıya mimarlık bürosu yazısı bile astım. Bu 3 ayrı güzel iş birarada pek hoş durmadığnı farkedip, sonra dedim'' ben örümcek miyim? ''

Yağmur damlasını farketmedin tabi sen bugün, omuzuna düştü hani sen yolda yürürken. Şanslı insanlar için sınırlı sayıda olanlardan biriydi o aslında. Ben öyle hissettim...

(:


16 Aralık 2008 Salı

kendim ve birşeyler.

Zaman zaman kendi omzunu dürtüp alaycı bir gülümseme atmak, an gelip takdir etmek, kucaklamak istemek, söylendiğine yaptığına pişman olduğun şeyler için ise tekme tokat canını yakmak istemek ama eli gitmemek. Cesaret verilmesi gereken anlarda sağ ve sol kulağına eğilip ''hadi yapabilirsin'' demek, ve ardından sırtından ittirerek sahneye çıkarmak seni.

Zaman zaman ödüllendirmek belki bir dilim pastayla, gezdirmek kendini görmek istediğin sokaklarda gör diye. Duy diye, sevdiğin şarkıları çalmak kendine...Kendinden iyi seni anlayan yokmuş dediğin zaman kendinden sıkılmak ve seni de alıp şehri terketmek istemek. Şehir sen gidince olduğu yerden devam edecek diyerek, inadına kalmak...Şehirle seni inatlaştırmak bir yerde. kendi kendime birşeyler söylemek tekrar tekrar, tekrarlardan yorulup beni kendimle bırakmak.


12 Aralık 2008 Cuma

Tarifsiz betimlemeler yapma isteği.

Posta kutusu aralanır, aralanır da bir bakılır ki içeride belkide hayatında görülebilecek en güzel zarflardan biri gülümsemektedir. Çoşku ile karışık sürpriz anı tepkisi (muhtemelen biraz komik bir ifade) ile zarf alınır ve itinayla açılmak üzere hızlı adımlarla merdivenler çıkılır. Bir yerine bişey olmasın edasıyla narince açılır ve çabuk çabuk okunmaya başlanır. Çin merkezli bu sevimli mektubu yazan genç kızın enerjisi o kadar yanıbaşında hissedilir ki her satırda yüzde oluşan gülen ifade, satır satır daha da sabitleşir. Sanki benim bir kaç yaş küçülmüş ve şikayet ettiğim şeylerden şikayet eden, yapmayı çok sevdiğim şeyleri deli gibi seven, mektup arkadaşlığını devam ettiremeyen eski arkadaşlarına bunun için kızan ama sadakat derecesi muhtemelen yaşa göre biraz perçinlenecek olan Sipirit :)

Hem kendi 18 yaş halini anımsamak hem de 23 ile 18 arası münasebete girme hissi. Gelen- giden, azalan- çoğalan, biten- kalan... Bir yığın hatırlatma mesajı sanki satır aralarında. Aklımın bir köşesindeki mantar panoya bunu da astım sanırım. Baktıkça gülümsetiyor...

Şimdi mektup gönderme sırası bende! Zamana mesaj bırakmak çok keyifli:)

24 Kasım 2008 Pazartesi

Sokakta adımbaşı gülen ifadeler; bir hayli ifadesiz.

Hayatımın etrafını pamuk iplerle sarmaya başlarken, yumağı bir geri doluyorum bir çözüyorum. Duruyorum bakıyorum gelen giden var mı sonra yumak elimde sallana dursun hoplaya zıplaya hayatın kırmızı rengine aldanıyorum. Gülümsemek ne güzel diyorum...susmak yerine konuşmalı diyorum. Görünmez bir çift el elindeki bantı zamansız bir şekilde ağzıma yapıştırma gayretinde. Vücudumda bana fazla gelen uzuvlarım; bazı dakikalar işte, ellerim ceplerime sığmıyor, kavuşmuyor birbirine. Üstelik bunların hepsi mutluluktan oluyor.

Evimin olduğu sokağa girerken köşede ağaçlar var sanki. Hepsinin dallarında gülen yüzler asılı, sokağın sonunda ise tereddütlü ifadelerin olduğu ağaç dalları...Köşeyi dönünce kararlı ifadeler sallanıyor diğer ağaçların dallarından bir bir. İştahla geçen var mı yakınlarından, kolluyorlar hepsi. İstemesem de yüzümde yer buluyor gülen ifadeler.

Ve sonra geliyor cümleler kolkola girmiş yokuşun başından.

Köşeyi dönerken ben yine; dokunmak istiyorum bulutlara...!


17 Kasım 2008 Pazartesi

hayat sürpriz yapınca...


Gökyüzüne dokunmak istiyorum!!!


-

Şu yanda görülen resmi ilk gördüğümde ne düşünüceğime karar veremedim bir süre.

acı mı?
mutluluk mu?
özlem mi var?

yoksa sadece bir adamın eli, bir adet kalem, ve kağıdın üzerine çizilmiş bir adet kırmızı kalp mi var ? :) aslında hepsi mevcut görene. Nasıl bakıldığına bağlı tamamen. Hatta ters çevirip bakılırsa; elindeki ipe bağlı çuvalı yere koyan bir adamın eli belki.


Şimdi o el bir bayanın eli. Bir süredir kalbininin ipini koparıp göğe doğru bırakamamaktan şikayetçi. Ailesini tenzi ediyor , arkadaşlarına ısrarla toz konduramıyor, tanıdığı bildiği halleriyle sokaktaki insana bile bazen sarılası geliyor bu insanın.

Bırakın kalbini uçurmayı, aslında ruhu ve bedenini salıncağa oturtup arkasından hızla ittirmeyi bekliyor. (başkası yapsın istemiyor işin garip yanı)

Yoksa elinden gelse gerçekten pamuklara sarıp sarmalarım o kırmızı çuvalı ...

13 Kasım 2008 Perşembe

menfaat bavullarının üzerinde zıp zıp...!

Menfaatler sizin olsun alın, hakettiğiniz kadarını yaşayın dedim. Aldım en hareketli şarkıları ilk sıraya çektim, kaba tabiriyle iplemeyince, boşlukta ipsiz yuvarlanan kuklalar gördüm...Sinir harbi ertesinde şu saat itibariyle bayram sevinciyle doluyum. Acaba bu bir çeşit hastalık mı tekrar eski halime dönersem diye çok korkuyorum: )

Bavulların bir kısmını camdan boşaltmaya karar vermiştim ki yoldan geçenlerin ne günahı var diyerek vazgeçtim. bavulları geniş bir alana çektim üstlerinde olanca gücümle zıpladım zıpladım ve şimdi birer cüzdan formatındalar. Fotoğraflar var cüzdanların içinde de ( kime ait oldukları belli yani). Gücüme sağlık hey maşallah diyeceğim müsadenizle. Mevsime inat mutluyum kimse önüme çıkmasın! bir süre hoplaya zıplaya İstanbul sokaklarını kendime tahsis edeceğim. Sokak lambalarına kişisel notlar bile yapıştırmak istiyorum. Uçan balonları da gelecek haftaya saklıyorum...

Şimdi zaman Fransızca kelimelere ait. Öğrencilik halleri ve sınavlar nedeniyle.

Amaca giden yolda gerekli malzemeler:

motivasyon:) ve viva la vida.




10 Kasım 2008 Pazartesi

menfaat bavulundaki çirkin seneryo

-Hımm çok ayıp...Koskoca kızlara yakışıyor mu böyle kocaman kocaman bavullar dolusu laflar taşımak. Aracı kurumlar yorulmuyor mu bir yerlerde acaba. İsyan bayrağını tepenizde sallayan ellere de mi saygınız yok! dedi biri.

Kapının altından bir zarf geldi bir gün. Açıp baktım kimden diye. Sınırlar ötesindeki mektup arkadaşlarımdan birinden gelmiş olma olasılığı yüksek ya da sınırlar ötesinde olan ama yanıbaşımda yeri olan arkadaşımdan.

Değildi...

Yorgunsun biliyorum. Alışıksın ama çok yorgunsun böyle şeylere şahit olmaktan. Herseferinde aynı filmi tekrar tekrar görmek ve hiç şaşırmıyor olmak garip değil mi? Sıkıcı üstelik.

Yeni bir film çekilse artık, biraz da heyecanlı sahnelerde hop oturup hop kalsak diyorsun. Kısmet olmuyor. Yine aynı yönetmen ve yine bildik oyuncular. Kulis diye bir şey bile yok artık. Hayattan kopmadan filmin içine paldır küldür girmek onların yaptığı, kostümler üstlerine iğnelenmiş artık mıhlanmış gibi. Arada bir adım atyorsun sahneye, tam müdahale edecek oluyorsun, anlık isyanların oluyor... Duyan duymayana öyle güzel anlatıyor ki, '' bu yaşadığımız komedi miydi, dram mı, traji komik hikayelere mi merak sardık şimdi de? '' diyorsun.

Fazla mıyım, yoksa eksik mi diyorsun? eksikleri tamamlamak için gerekli çirkin parçalar nerden temin edilir biliyor musun? Yok, bilmek istemiyorsun, seni tanıyorum.

Şimdi bırak elindeki hediyeleri şöyle bir kenara bakalım. Oyun arkadaşlarına vermek istedin değil mi bir an. İçinden geldi, ama aceleci davranıyorsun farkında mısın? sabırsızsın...

Bu güzel insanların irili ufaklı menfaatleri var; yeni oyunda iyi rol kapmak için. Seneryoyu kaptılar gidiyorlar baksana!

Elindeki yeni oyunu da sen mi yazdın? İyi de burdaki pastacı rolünden sana hayır gelmez....

...

Upuzun bir mektup okudum ve katlayıp çantama attım...Şimdi gitmeliyim, soluklanmalıyım.

Hayat yeni oyuncular peşinde!








7 Kasım 2008 Cuma

dilek kipi ile sıkı bir ekip olmak

Tanımadığım bir bankta,
Tanımadığım bir şehre karşı,
sessizce akıp giden ışıltılara bakarken
unutsam kendimi bir süreliğine.
eski ve yeni arasında heyecanlansam,
Korksam, telaşlansam...
bitecek derken yeniden başlasa korkular.

Fotoğraflardan yazılardan ibaret kalsa bir süreliğine bu an,
o anda, bu anı özlesem
içimi dolduran sözcüklere yenilerini eklesem.
Ben ekledikçe onlar yabancılaşsa biriktikleri yerde.
yapsam, etsem, duysam, görsem...olsa!

Değişme ihtimaline karşılık, bir o kadar olurunda olsa.




4 Kasım 2008 Salı

itiş kakış


Kalabalık kalabalık yollar, sokaklar, caddeler, kaldırımlar... hatta o kadar ki kaldırım taşlarının her bir metrekaresi...

İtiş kakış hayatlar.Ben senden hep önce olmalıyım bakışları ''dayanışması''. İnsanların benliklerine işlemiş öyle alışkanlıklar var ki, en basit çekişmelerde kendini ele veriyor her bir saklı benlik. Maske düştü çirkin yüz gülümsüyor. Oyuncak sepeti olduğunu hatırlatıyorlar sık sık. Kıymetli oyuncakları kutuda saklamanın hiç bir mantığı kalmıyor. Dolayısıyla çıkarıp oyuna dahil ediliyorlar her biri. Tahta olmaktan çıktılar zaten hepsi, ağaç kokusu almak yerine plastik kokusu yayılıyor hayatın ta içine.

''Sözümü tutmamak sıradan hayatımın bir parçası benim, senin hayatını keşmekeşe sokması umrumda bile değil'' diyor piyasa insanları hissettirmeden yoğunluğunu sözlerinin.

Diğer yakada; etrafındakileri sürekli çekiştiren ağızlar kulak kabartıyor bir öteki tekinin fısıltılarına. Çirkinleşiyor...Çirkinliğini karşıdan görmediği için bir hayli gösterişli yaşamına devam ediyor...eteğinde yıldızlar.

Tutunulacak tek dal; vücudunun sarmaladığı ruh oluyor. Elinin biri sağda sallanıyor, biri solda boşlukta bir an...Sonra yumruk oluyor öfkeyle ve cebinde saklanıyor. Darbe alan ruh bedeni sığınak bilerek hayata adil davranmaya devam ediyor.

Göz açıp kapayıncaya kadar hepsi bitti varsayınca, ''hayat yine olduğu yerden akıp gider'' deriz ya, suyun akışı yokuş yukarı olma çabasındayken bile...

DERİN BİR NEFES ALIP, GÖKYÜZÜNE BAKIP, SOLUĞUN HAYATA KARIŞIYOR.




2 Kasım 2008 Pazar

renkli kriz anları sergisi

Daha öncelerde resime tekrar dönüş yaptığımı çıtlatmıştım (sanatçı kapsiri mi yapıyorum, ukala mıyım? kime ne halbu ki...)

paylaşasım gelir zaman zaman yorum almak kötü bir şey değil sebeb-i deşifrem ondandır...

Zaman dilimini kendime has hale getirip, şölen eşliğinde, fırçalar ve renkler kombinasyonuna kendimi de dahil ederek oturdum beyaz kağıtların başına. Evet anlat bakalım derdin neyse dedim...

Bunlar çıktı...




rüzgar gülü ve bulut balonu...







Kendime pek tanıdık geldim...( hayalperestlik! ileri derecede olduğunda pestisitlerle son verilebilir ruh halime)

28 Ekim 2008 Salı

büyümek


Dönemsel anlamda büyümek...

Dönem dönem büyüdüğünü hissetmek mi denmeli yoksa?

Tam lisedeki tavırlarını çoktan unutmuşken, bu sefer de üniveristenin ilk yıllarındaki seni anımsarsın. Yeterince olgun gelirken bu sefer de üniversite son sınıf dönemlerine tekabül eden sen karşına çıkar. En acı olanda okul yıllarının dönemlerini anlatmakta kolaylaştırıcı rol oynamasıdır. Sonra elden gelirse gelecek yıllarda daha neler değişebilire aklın takılır. Yüzün değişecektir, bakışın değişecektir ve sanırım bu kaçınılmaz olanlardan sadece bir kaçıdır. Peki ya ruhun?

Bir sene öncesi değil bir ay öncesinde belki. Seni yoran şeyler birden sıradan, heyecanlandıran şeyler bir o kadar vesveseden ibaret oluveriyor. Ufkun genişliyor bir yandan da sınır tanımıyorsun, sınır dediğin yerler belgeler hazırlanması halinde ayak basılabilen yakınlardaki kara parçalarından ibaret olmuş. Kum saatini eline alıp şöyle bir çevirip kum tanelerini ezberler olmuşsun.

Artık daha fazla bekletilmemesi gereken cümleler var aklının bir köşesinde. Dönemsel anlamda büyümelerden bir demet daha! görmeden bir dönem, gördükten sonra bir dönem, görürken uzunca bir dönem daha...

Büyümek hiç sonu gelmeyen bir dönem...


15 Ekim 2008 Çarşamba

sevgili gün!

Kapalı havalarda evde oturmaktan çokça hoşlanmayan biri olarak evden dışarı çıkmak için nedenler yaratan ben, bu kez de alet edevat tedariki içinde. Yani şöyle ki müzik çalar denilen sevimli müzik kutusuna sonbahara yönelik şarkılar seçiliyor fakında olmadan.Bahar temizliği sonbahara yöenlik de olabilir elbet. Eli gitmiyor insanın hareketli şarkılar seçmeye. Nerde bir isyankar şarkı nerde bir kara bulut merkezi var hepsini tek tek seçtim efendim. Sonra aralara kurtarıcı olsun diye bir güzel zıpzıp şarkı da attım. Dinlerken zıplar mıyım kesinlikle hayır eminim onları hızla geçicem ileriki günlerde. Hani öyle bir renk skalası içindeki kendisi şu an siz deyin Norah jones( kısıtlıdır), ben diyeyim Oi va voi, diğeri desin gripin, Coldplay... diğer bireysel çalışmalar. Öyle bir çeşitli oldu. Hatta Travis ten sadece 2 şarkı bıraktım. Kendimi eziyete çağırıyorum adeta. Bir slogan vardır '' ateş seni çağırıyor '' - reklam almamakta direniyorum ısrarla- işte o ana geçiş yaptım an itibariyle hayırlı olsun bana.

Üstelik berbat bir resim yaptım...Hatrı sayılır bir sıkıntım da var. mozaşist bir yanım olmasa kapı dışarı etmiştim çoktan bu sıkıntıyı , ama bağrıma bastım...





12 Ekim 2008 Pazar

Renkli kriz anları -1


Yaz aylarında kışın biriktirdiği enejisini verimli şekilde kullanmak isteyen bünye, renkli boncukların olduğu dükkanların hatırını pek sık sorar hale gelir. Burda yokmuş istediğim boncuk hop ötekine, renkleri kalmamış hop bir ötekine...Böyle bir maceraperestlik görülmemiştir , şevkle bir işe başlamak böyle bişeydir hatta.

Uzun süre görüşülmeyen arkadaşlara yapılanlar anlatılırken kitap, müzik ve evsel konuların yanısıra ilk sıralarda incik boncuk vardır. Aksine bu kadar incik boncuk telaşına düşen ruhu taşıyan bünyenin, çok takı taktığı görülmemiştir. Çünkü onları yapması ve yaptıktan sonra bakması ayrı bir zevktir. Mavi- lacivert ve gri anlaşılmaz bir tebessüm sebebi olabilirken yeşil de mürdümle enteresan bir ahengi yakalamıştır.

Söz verilmiş, fimo dan cep Johnny' si bile yapılacaktır. Hatta yapılmıştır fakat göstermek cesaret işidir biraz. Fimo konusundaki fikri; madem bu kadar gidişat benziyor, tıpkı kurabiye ya da poğaça gibi tüketilebilen renkli gıdalar yapılması delilik hallerinde mümkün müdür ? delilik hallerinde mümkün ileriki safhalarda 3. sayfalıktır denilebilir.

Sahi yiyen olmuş mudur? : )

not: redpharos! işteeee!...


9 Ekim 2008 Perşembe

boyalı kararlar


Yıllar sonra rengarenk boyaların olduğu rafların önünde, 23 yıldır bakmakla görmek arasındaki tereddütleri dışında beni şükür ki yanıltmayan gözlerimle ''hangisini seçmeliyim?'' sorusuna takılı kaldım. En son ne zaman böyle bir soru sormuştum boya alırken hatırayamadım. 12 li mi 24 lü mü Pelikan mı Faber Castel mi?... gibi rakamsal ve isimsel gel - git lerden sonra ''nasıl bir şey arıyorsunuz?'' sorusuyla irkildim...Faber bunları Casten mi bu kadar güzel yapıyor diye sormak üzereydim ki:

- kararsız kaldım da hangisini seçmeliyim diye yoksa özel birşey aramıyorum aksine uzun zamandır resim yapmadığım için ziyan etmeyeceğim çok kaliteli bir şeyler olsun istemiyorum. Evet kendime alacağım...dedim.

iç ses ise dedi ki:
(Sulu boya yapmayı da sevmezdim üstelik)

Boya markaları arasında kıyaslama yapan satıcı kişi beni kararsızlığımdan uzaklaştırmak için çeşitli hamleler yaptı ama, ben ''evet bunu almalıyım'' dedikten sonra bile raftaki diğer çeşitlere bakıyordum...Fırçalar ne tarafta diyerek zaman kazanmayı tercih ettim ve akabinde orta kalınlıkta bir fırçayla başarısız resimler yapmanın doğru olacağına karar verdim.

Hala cesaret edemedi dokunmaya. Fırça, boya, beyaz kağıtlar... Malzemeler heyecanlı ama sanırım ben o heyecanı biraz kaybettim geçen süreçte. Uzun zamandır kimseyi sevmeyen bir kalbin telaşı gibi bu sanki. Nedensiz gülümsemek, düşüncende kaybolma yolunda hızla giderken birden durup mantığını devreye sokmak gibi.

Kırmızıya mı vursam ilk fırçayı yine...yoksa pişman olmadan yeşilden mi başlasam...?

Yine dans eden bir kız mı çizilecek o beyaz kağıda. Ya da çizilebilecek mi?

KAFASINDA DÜŞ BAHÇESİ...


resim: Gizem Vural
http://gecesintisi.deviantart.com/


30 Eylül 2008 Salı

bir kavanoz bayram.


Yolda giderken, tam boğaz köprüsünden geçerken üstelik, aklıma geldi...

Bir değil bin parça geldi aklıma. Ve hepsini kavanoza doldurup eve götürmeye karar verdim. Eve giderken dedim ki; hepsi kavanozda durmasın gittiğim yerlerde tanıdıklara bölüştüreyim biraz sonra bir kısmı da oyuncak sepetine düştü ardından, ses çıkarmadım. Olduğu gibi bıraktım.
Küçük olanı düşünmek için büyük halimle uzaklaştım. Aklıma kenarında işlemeler olan mendiller geldi, bayram harçlıkları geldi, büyükler, küçükler, kuzenler, uzaklar, şehirlerarası otobüs yolculukları bavulun üst kısmına konulan bayramlıklar, bayram sabahı duyulan anne sesi geldi...

Bugün bayram erken kalkın çocuklar. (!)

Neden erken diye sorgulardım. Çok geçerli cevaplar alamazdım ama aldığım cevaplardan bana uygun olanlarını seçerdim sanırım. Yeniler giyinilecek işte hevesli hevesli aldığınız. Ya da annenin diktiği giysiler olacak birlikte karar verdiğiniz.

Sonra yanımda oturan küçük adama baktım. Anlamaya çalıştığını farkettim herşeyi. Anlamıyor ama çok güzel anlatıyor dedim. İyi ki aramıza katılmış dedim küçük yeğenim için. Bizim yenimiz onun eskisi olacak bir gün gelip ve eminim o da içinde bulunduğu zamanlar için eski bayramlar yok diyecek. İşte bu yüzden var dedim. Eski bayramlar hala var. Biz değiştikçe onlarda değişiyor sanıyoruz belki. Hayat değişiyor bizim dışımızda yenileniyor hergeçen gün. Biz izin verdikçe bizi de değiştiriyor üstelik.

Ellerinden sıkıca tutup içeri çektim hayatı sonra...kendi düşünceme davet ettim, üstelik zorla. Arabada kalabalıklaştık birden kimse kendine yer bulamadı, müsait bir yerde bıraktık hepsini. Cam kenarından beylerbeyi sarayından başladım düşünmeye, mecidiyeköy Xerox'a gözüm takılmıştı ki bitti düşüncem. İşte dşüncene bile bulaşıyor yeni dedim kendi kendime. Başlangıç ve bitiş arasındaki uçurum, diğer bir deyişle aslında el yapımı bir köprü, senin aklından geçen yollardan tamamen bağımsız...

Bir de ondan dinleriz sonra bu hikayeyi belki. Bayramlar nasıldı, nasıl yaşıyoruz artık söyle bakalım küçük insan. (?)




26 Eylül 2008 Cuma

pide kuyrukları ve stratejik yaklaşımlar.



Sona doğru yaklaşırken aklımdan uzun süredir geçen bazı şeyleri zamanı geçmeden anlatmak istedim. ( Son derken dönem olarak )

Hiç içinizden gelmiş midir?Bir Ramazan gününde iftar yaklaşırken yolunuz pide kuyruğuna düşerse, sırada sabırsızca ve merakla beklerken sıradaki diğer insanlara ;

- hadi bu kadar düz olmayalım soru işareti şeklini oluşturalım bugün de! demek.

Benim aklıma geldiği gün sırayı bu şekilde bulmamla sonuçlandı. Çok içten isteme işini saklı tutuyordum oysa ki. Soru işareti değil ünlem de kurtarırdı. Fakat sanmıyorum ki birileri radikal kararlar alıp birbirine eşit uzaklıkta duran pide kuyruğu eşrafına aldırmayıp bütünlüğü bir noktada bozsun. En azından bunu böyle bir ortamda gerçekleştirmez herhalde. Öyle sanıyorum.

Stratejik yaklaşımlar bir yana, çok sevmişimdir ben o kuyrukları. Kestirmeden pide almak varken işi hep uzatmışımdır hatta. Gözlem yapmak çok eğlenceli olabiliyor. Aradan arkadaşının yanına muhabbet etme bahanesiyle gelen küçük çouk tam sıra ona gelince gözlemci tarafından enselenir felan bazen.

- Bir dahakine önümüze geçerken izin iste olur mu? çok ayıp böyle başkasının önüne izinsiz geçmek.

Sağ kulağına doğru gayet sakin bir edayla söylenir. Çocuk ürkütülmez ama senin orda olmandan pek de mutlu değildir. Aynı hatayı tekrarlayan kadar ılımlı yaklaşın derler, sabrı zorlasa da.Sol kulağını çekmeye ramak kaladır aslında o his.

O biter mahalle ortamına has muhabbetlere şahit olursun. Eskiler belli eder kendini, yeniler arada kendini yabancı hissetse de pidesini alacaktır elbet.

Gülümseyen insanlar vardır sonra yanından geçerken, seni her gün gördüğü için kendini yakın hissetmeye başlar. Konuşmadan da bir çok şey paylaşmanın verdiği hisle gülümsemekten hoşnut olursun.

Oluyor böyle şeyler...

23 Eylül 2008 Salı

eksik


Şimdi, şu günlerde, şu dakika eksik... Dostlardan biri uzaklarda. Meğerse gerçekten vücudun bir parçası oluyormuş hayatına giren güzel insanlar. Delice birşeyler yapası gelir insanın arada! senin sınırları az çok belli bir delliğin vardır diğer yanlarından birinin ise sınırları gayet zorlayan hatta yeri gelince aşan bir yanı. kendimi aşan yanımı istiyorum ben artık!

not: bir de ''pi'' etkisi: )

22 Eylül 2008 Pazartesi

tespit sepeti ( içi yumurta dolu sepet - okul çantası)

tespit 1: Öğrencilik; evet, uzadıkça can sıkan part-time meslekler grubuna dahil edilebilecek bir tanım. Aynı okulda devam ettikçe kısır döngüye düşüş sebebi olabiliyor.

tespit 2: Genç popülasyon ortalığı iyice ele geçirmeye başladığı zaman, sanki aynı dönemlerden geçmemiş gibi gizliden gizliye bir sinirlilik hali vuku buluyor bünyede.

tespit3 : Herşeyi zamansız yaşayanlar sinir bozucu oluyorlar. Farklılık yaratmak için ipin ucunu kaçırınca hayli absürd kalarak farklı olunuyor.

tespit4 : Selam verilirse dilde aşınma, yüzde ise gülümsemeden dolayı çatlaklar meydana çıkabiliyor. Hatta 'nasılsın?' diye sorulursa ses tellerinde yıpranma oluşabiliyor (!)

tespit 5 : makam dışarıdan kimileri için yaldızlı kule iken içeriden bakıldığında şefaf bir terazi gibi. Çeşitli değerleri ölçmek için kefeleri abadan yapmak bile fayda etmiyor.

tespit 6 : İhtimal vermediğin insanlar gün gelip seni çok şaşırtabiliyor.

tespit 7: ''İncelikler yüzünden'' adında bir şarkı yapmışsa birileri demek ki dünya hala yaşanılabilir bir yer.

tespit 8 : Tespit ettiklerini liste halinde sıralamak can sıkıcı olabiliyor.

tespit 9: çok sık tespit yapmamak gerek !

NOT: Sertap Erener ''incelikler yüzünden''

19 Eylül 2008 Cuma

ne çok şey söyledik....!


Yağmur yüklü bulutlar geldi...

Herkesin içinde birikmiş sözler ortaya çıktı, yazın nar çiçeği renkleri bir anda bulutların arkasına saklanıverdi. Günlerdir dilimizde yağmur. Hüzünü sevenler sandıklardan çıkardı eski şarkıları sanırım, neşeli olanlar biraz bu duruma bozuldu.

Tam yazacaklar birikmişti ki; başka güzel insanların yazdıkları beni anlatır oldu. Ama daha çok şey vardı yazılacak. Her yağmur damlasına bir isim versek belki daha kolay olurdu anlatılacaklar.

Mevsimin değişmesi bir süre sonra can sıkıcı olabilirken, kendini ilk hissettirmeye başladığı günler bayram havasında karşılandı. Özel olarak hazırlanılıp dışarı çıkıldı hatta. Sebep yokken sebep yaratıldı ıslak taşlı yollara basmak için. Altından geçilen ağaçların kokusu duyuldu, yapraklardan kristal su damlaları yüzüne düştü belki.

Kırmızı şemsiyem olsun istedim bi an. Önümden elinde kocaman kırmızı balonu olan mavi yağmurluklu küçük bir çocuk geçsin istedim...düşümde mutlu oldum.

Siyahı seçtim...yola düştüm. Hava kış kokuyordu. Gülümsedim yaza. Elini bıraktım ve vedalaştık sanırım. ufukta kayboldu nar çiçeği rengi...Kışın arada bir gelip gülümsüyor o zaman özlem gideriyoruz ne mutlu ki. Isıtmasa da...

Yağmurda hissedilen şeye tek bir isim koyması zor. Hem hüzün, hem de huzur. Hüzünü ardından sürüklersen huzur da kalmıyor. Yaşananlara fon müziği koymak sanırım acı çekmekten hoşlananlara yakışıyor! Farklı şehirler geçiyor bu şehirde aklından. Aklın almıyor...


18 Eylül 2008 Perşembe

Kadınlar - THE WOMEN


Bu blogda film konusunda yazılmış şeylere pek rastlamazsınız normalde. Kitap ve filmleri ayrı tutarım bir çok kez ama bu sefer bir filmden bahsetmek istedim. Gerçi filmden çok ne düşündüğüme odaklanmam olası...

Eva Mendes, Jada Pinkett Smith, Meg Ryan, Annette Bening, Carrie Fisher, Candice Bergen, Debi Mazar, Lynn Whitfield, Bette Midler, Debra Messing, Joanna Gleason, Ana Gasteyer, India Ennenga, Jana Robbins, Tilly Scott Pedersen, Gloria Crist, Andria Blackman, Cloris Leachman, Keegan Connor Tracy, Nicole Robinson, Natasha Alam gibi gibi bir çok isim vardı bu filmde. Ve ismini çok sık duymadıklarıma şans vermem değil Meg Ryan'ı sevimli insan kategorisine koyduğum için gitmeye razı oldum. (benden daha çok seven biriyle tabi:)

Dedim ki filmin adı çok iddalı ' kadınlar' ı anlatmak, bir kaç saate sığdırmak, çok kolay bir iş değil, acaba neresinden başladılar konunun?...dedim. ''erkekler'' olsaydı onun için de aynı şeyi düşünürdüm. Genel isimler bir filmden kuşku duymanızı sağlayabiliyor bu yüzden.

Neyse 'ön yargı' dedim başladım izlemeye.Topuklu ayakkabılar, alışveriş , makyaj, kuaför, manikür, pedikür, dedikodu, çalışma hırsı, zor durumda kaldığında arkadaşına kazık atma, aldatılmak (ve bu durumla başa çıkmak zorunda olmak)...bunların hepsi kadınların tek sorunu. Sadece filmdeki kadınlar olarak algılarsak işin içinden daha kolay sıyrılmak mümkün tabi. Bu kadınlar, o kadınlar, bir grup kadın olsaymış bu filmin ismi takdir ederdim belki. Ama kimse bana fikrimi sormadı tabi: )

Özetle filmde tek güzel olan şey Meg Ryan 'ın sarı bukleli saçlarıydı bir de filmin sonuna doğru biblo kıvamına girmesiydi. Diğer oyuncularında hakkını yememek lazım tabi vardı güzel sahneler ( doğum sahnesindeki sefeberlik anı gibi) Bir de adı geçen esas oğlan hiç kameralara gözükmeden işi götürmüşler takdir ettim.

İşte bakın yorum yaptım. Bu yüzden film ve kitaptan bahsetmek bana zararlı gelebiliyor!



16 Eylül 2008 Salı

cilt cilt, belki tek zımbayla tuturulacak kadar ince...


Benim hikayemin türü nedir diye soranınız var mı hiç kendine ? Ya da yaşadıklarını bir hikaye olarak gören? Polisiye mi benim hayatım, peri masalı mı, macera mı, fantastik mi, tarihsel mi???? Nasıl bir hikaye? İnsanın içinde bulunduğu döneme göre değişiyor galiba hikayenin türü. Ama genel bir konusu vardır eminim en azından inandığımız.

Polisiye dir; çok çetrefelli günler geçirirsin, koşturmaca içindesindir, basamakları bir iner bir çıkarsın, kovalarsın, kaçarsın, mecbur kalmadıkça ateş etmezsin. Sokaklar hep başka bir yola kavuşmaz çıkmaz sokakta tıkanır kalırsın. Hep bir uyarı lambası yakarsın insanlara karşı sonra. Aralarından sıyrılmak için ''nani naniiii!'' diye sesler çıkartırsın konuşurken, farkettirmeden sözcük altı ifadelerde. Sorgularsın karşındakini, tepesinde bir lamba yakarak belli belirsiz...Evlere baskın yaparsın! izin almadan belli ki...

Maceradır hikayen; ıssız adadasındır, gizli hazinenin peşindesindir, korsanlar tüm varlığını elinden almak için peşine düşer. Mağara çıkar karşına elinde bir fenerle sessizce içeriye ışık tutmak istersin...derken!

Fantastiktir; kocaman kocaman devler ülkesiden, mini minnacık cüceler ülkesine midye kabuğunda bir balık tarafından taşınırsın. Tesadüf bu ya mideyenin içinden inci çıkar karşına. Sonra 3 kafalı kılıç balıkları peşine düşer ...


Tarihidir; aslında kraliçesin ve 16. yy dasındır.Sarayın ve muhafızların vardır.Prenses olduğun günler de olmuştur.


Saltanat kayığında Haliç'i gezen bir padişahsındır belki de. Akçelerin cebinde, heybetinle dolaşmaktasındır...


Peri masalıdır ; elinde sıkıca tuttuğun bir değneğin vardır. Sihirli tozlar savrulur sen yürürken...İster bir buket papatya verirsin sevdiklerine, ister bir müzik kutusu en sevdiğin şarkı içinde, ister cezalandırmaya kıyamazsın kendi gücünü keybedersin kendi içinde...Kanatların uçmaz olur sıkıntıya düştüğünde. Ya da doya doya kanat çırparsın güzel bulutlar arasında...

Ya da bir dönem peri masalı bir dönem macera mı olur şu hayat?









14 Eylül 2008 Pazar

güvercin- şişe- ateş- duman- mail- posta kutusu- vb!

Gidesim gelir yanlış bi zamanda...!

Hissedilenin tam da yeri oysa.

Zaman bu zaman değil!




11 Eylül 2008 Perşembe

One night can turn all your colors to white (!)


Hayat isteyince çok şaşırtıcı olabiliyor...!

Düşün ki soru işaretleri dans ederken düşünde,
ünlemler hepsine taş çıkarmaya yeltenmiş bir vakit, istemez misin ki etrafını sarsınlar?

Bir gece... sıradan bir gece, can dostunla yolda bi an durup gökyüzüne bakarken, aynı gökyüzüne bakılıyor olabileceği ihtimaline uzunca takılmak, ardından gerçekleştiğini duymak bir öteki tekinden.

Dünya kurabiye kavanozuna atılıp karşıdan seyredilecek kadar küçük o an.Koca şehir kırıntı tanesi kadar!

Ama daha da küçük olmasını isteyen birilerinin varlığı daha mükkemmel.

9 Eylül 2008 Salı

Nikâh


Çok gariptir ayrıntılı bilgiye ulaşılamamıştır. Ama vikipedi derki :

Nikâh, evlilik için kadın ve erkeğin bir nikâh memuru önünde, ikişer şahitle, kamuya açık olarak evlenmeyi kabul etmesi ve bunun belgelenmesi, imzalanması. Medeni Kanun'la ilgili.

Evlenenlere aile cüzdanı verilir. Nüfus kaydında değişiklik yapılır. Nüfus cüzdanındaki bekar hanesine evli yazılır.

Bu kadarmış olayı yani. Gözünüzde büyütmeyin (:)) Ben bunun dışında bir sürü ayrıntı görüyorum misal. Arabeks tavırlarda yapılanı var bu işin, ayak üstü bilet keser gibi yapılanı var, gayet nezih bir görüntüde hayata geçirileni var...Gerçekten sevdiği için evleneni var, resmi işleri rayına oturtmak için yapılanı var, derme çatma yapılanı var, şahşahalı olanı var... Var da var...

Bana sıkıntı veriyorlar çoğunlukla bunu bilirim. Klasik tavırlar, kötü fotoğraf çekimi, takı merasimi, akrabanın eş dostun darısı başına replikleri (çıldırın!!!)


Mutlu ana ortak olan çok az insan vardır yani özetle. Candan sarılanların, gözlerinin içi gülenlerin azınlık olduğu ortamlar. Bir nikah bir cenazede görürüm böyle insanları toplu olarak zaten. Toplu bir iş için biraraya gelince insanların sapıtması sanırım olayın özeti. Bende mi gariplik var? O konuda çok düşündüm: )

Söylenecek çok şey var bu konuyla ilgili.Bağdaştırılamayan durumlar var.
Bknz: İslam da nikah.

Bknz : mariage(fransızca) Dinlerarası algılamayınız!


Gerçek anlamda mutluluğunu paylaşan insanların olduğu, ya da gerçek anlamda üzüntünü paylaşan insanaların çoğunlukta olduğu faaliyetleri destekliyoruz efendim.
Bugünü seçmem bir nikaha dahil olmamdır sadece. Çift bazında bakmazsanız sevinirim: )

8 Eylül 2008 Pazartesi

ŞişeLer içine tıkıLan notlar!


Toskana, Lüksemburg harman yapsak aralara bir tutam Barcelona yerleştirsek, Türkiye' ye dönünce de ''ah vatanım vatanım'' demeye devam etsek...Ama bir görsek dünya gözüyle...Çiçek bahçeleri, üzüm bağları arasında adım adım geçen zamanın farkına varsak. Kızıl, belki biraz bulutlu olsa özlem duyulan şekliyle. Tadı damağında kalsa da insanın, '' inadına güneşli günleri seviyorum hala fikrim değişmedi'' dese.
....

Çok hüzünlü, mağrur durdu kale gibi duvarların ardında yaşam, kıtalar arasında üstelik daha da ötesi...Ama derse gel!

Kafanı çevirdiğinde omzunun üstünden bir garip kelebek geçse, ıslak yaprakların üzerinden ürkek geçişler beraberinde.

Birden arkanı döndüğünde yuvarlanarak sana gelen bir eski bavul. Ayağının dibinde birden duruverir. Tam bu görüntüyü buraya kim astı derken sağ taraftan elinde kocaman bir dikiş iğnesiyle sana doğru koşan bir garip giyimli yaratık...

DÜŞÜNE DİKKAT ET!

(resim)Angela Hamann*




4 Eylül 2008 Perşembe

kırmızı kar da yağar isterse insan!!!


Çekim yasası başlığı altında toplanan tüm tesadüfleri bir mıknatıs kuvvetinde üzerime çekmekteyim. Mahallede top oynayan çocukların arasından geçerken şimdi top bana çarpıcak dediğinizde size isabet etmediyse yürekten inanmamışsınızdır derim...Ki ben çekim yasasıyla, kişisel gelişimle ilgili kitaplardan nefret eden biriyim. '' Hadi ordan!'' derken '' bir de burdan yak! '' kıvamına geçti bünyem.

Fransa' ya odaklandım...haritayı hergün elime alıp içimden geçirsem tüm istediklerimi hayata geçer mi dersiniz? Olursa hoş bir tesadüf olur.Oysa ki tesadüf diye bir şey nicedir yoktur!Taksim anıtının yanına Eyfel kulesi de yakışmaz zaten. Herşey yerinde güzel : )

Günler geçsin, haftalar geçsin, aylar hepsini tek bi başlıkta toplasın ve Ağustos' a doğru güzel haberler alayım istiyorum. Ama hepsinden önce Eylül' e hakkını vermek gerek, ya da Ekim' e...!




1 Eylül 2008 Pazartesi

bi bişey var ama...?


Az evvel diğer eşyaları bir kenara yığıp tepe taklak etti oyuncak sepetini... Bir de baktı ki uzunca süredir görmediği oyuncaklar karşısında. Ne çok severdi onlarla uzun uzun oynamayı. Saatler geçer dış kuvvetler etkili olmadıkça sesini çıkarmadan, yüzünde tebessümle devam ederdi oyununa. Sonra kurşun asker bir baktı halının altında kalmış, bir baktı ki çok sevdiği oyun arkadaşlarından bazıları yeni oyun arkadaşları bulmak üzere yola çıkıyor... Oyun sıkıcı bir hal mi aldı ne? yoksa arkadaş olmak mı sıkıyor oyun arkadaşlarının canını.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Ayraç olsam şöyle en güzel sayfaya konsam, bi süreliğine okunmamak üzere konulsa kitap rafa.



Masalı okuyan mı yalancıdır yoksa masalı dinleyen mi, ki masalın gerçekliğine inanır ? yoksa her ikisi de masum, tek yalancı olan masalı yazan mıdır?

Önünde renkli boya kalemleri, mürdüm ve koyu yeşil seçilir içinden. Kocaman bir balon çizilir, yanına çalakalem bulutlar. Kağıdın arka yüzünde bir kız var elinde balonla öylece duran. Farkında olmadan ya da anlaşılmasını bekler bir hisle çizilmiş hepsi aslında da harflerin hükmüne mi kapılır acaba kağıdı alan kişi yoksa zarfı açtığında gülümser mi gördüklerine içten. hissettirilen neyse adını koymak ister mi? koymuştur belki de zaten değişmesini istemez...Hoş yazan da çok emin değildir adını koyduğu şeyden, saçmaladığının bir hayli farkındadır. Masalı yazan kendisidir aslında ama bazen öyle abarttığını düşünür ki elinde değneğiyle bekleyen peri kızının hiç gelmemiş olmasını ister. Beyaz kağıdın üstündeki sevimli peri kızı deseni çelmiştir aklını. Masalı dinleyen de olmuştur okuyan da. Yazan olduğuna inanmak ise çok fazla işine gelmemiştir. Öyle güzeldir ki oysa herşey bu haliyle. Etten kemikten değil harflerden, desenlerden oluşmuş çok garip bir dünyadır bu masaldaki.

Bıraktı elindeki kitabı hızla...yanındaki masanın üzerine kitabı vurarak koyarken, etrafa dağılan toz üstüne başına bulaştı. Parıl parıl parlıyordu elleri, yüzü üstü başı...

Gülümsedi tekrar aldı eline kitabı. Bu kez sonunu açıp bir bakmak istedi olacaklara. Kapı açıldı içeri başka biri girdi ve:

-Sakın yapma, sonundan başlarsan ne anlamı kalır bu koca kitabın. Hem sen yazmadın mı zaten bunu sonunu neden merak ediyorsun, zaten bilmiyor musun? dedi.

Hayır ben yazmadım, sadece bazen öyle saçmalıyorum ki, yazılanları onun üstüne atmak hiç içimden gelmiyor. Kesin benim bir parmağım vardır bu işte...


27 Ağustos 2008 Çarşamba

oyuncak sepetine düşen küçük dükkan...!


Tüller asılı kapıdan içeri girdim ve hoş buldum tekrar...Kapıda bu kez hafif çatlak bi teyze de vardı. Güzel olmuşsun dedi içeri girmeden önce. Birinden bunu duymaya ihtiyacım vardı o dakikaya kadar. Teşekkür ettim...

Asıl kahraman da içerdeydi '' Güzin teyze '' bonesini saçına takmış çiçekli önlüğü üzerinde , elleri unlu bana gülümseyerek hoşgeldin dedi. Şükür ki öyle bir zaamnda gitmiştim ki sevimli aile fertleri de ordaydı. Onlarla da tanıştım...

Ve mutfak...! işini titizlikle yapan boneli sevimli teyze. Biraz yaptığı işten biraz kendinden, evinden, çocuklarından , işinden bahsetti. Ben de elimden geldiğince sohbetine ortak oldum...çekingenlikle yerime çivilenmiştim bir süreliğine sonra bünyeme enerji yayılmaya başladı yavaştan. Sevdim evet kesinlikle sevdim!

''Burası hep böyle sakin değildir'' dedi hamurları itinayla dizen Güzin teyze...

'' olsun ben bir başlıyım ben de şu an birikmiş enerji var gibisinden konuştum ben de.

Ya güzel şeyler olacak hissediyorum...! Muhtelif alanlarda zıplayasım var o derece!

İhtiyacım olan şey bir adet kırmızı önlük!
Evet!

22 Ağustos 2008 Cuma

Biz çoktan unuttuk dünya dediklerini...!!! (sakin)


Herşeyin konuşulup dört duvar ardına geçilince unutulduğu günlerden birinde... Elimi musluğu açmak için uzattığımda, akacak tek bir damla suyun muhasebesini yapar olmuştum. Bundan 20 sene önce, ya da doğup kendimi bilmeye başladığım süreçte bahçeli evin muslukları açılır hortum bahçeye bırakılıp bir süre suyun akması beklenirdi. Bol bol sulanırdı ne varsa. Suya doyum doyum doymaktı bitkilerin üzerine düşen.İsraf edilmezdi su, ama bolluğundan da şüphe duyulmazdı ihtiyacı karşılamak konusunda.

Sonra bir devir geldi ki...

Tüm muslukları kapattık sıkıca. Ve her açtığımızda, bundan sonraki yılların korkunç ama gerçek seneryoları bir bir, musluktan damlayan su damlasında büyüdü...büyüdü...canlı birer görüntü oldu. Soframızdaki bardaktaki suda, yoldaki arabanın yanımızdan geçereken sıçrattığı su birikintisinde titrek titrek, mutfaktaki sebze meyvemizde damla damla birikti yansımalar. Eskiden çaydanlığın dibinde biriken su şimdi balkondaki saksıdaki çiçeğin köküne can verir oldu.

Okul koridorlarında, bir zamanlar gönül verilen stk' nın afişinde insanları uyardı '' Susuzluk! '' Ama öğrenci insan dönüp afişe bakmakla yetindi iyi ihtimalle. Elindeki telefondan kafasını dış dünyaya uzatabildiği kadar izin verdi algılarına belki bir an. Bilgisayarındaki ekran suya doymuşçasına renkliydi, soluk tonların ayarı vardı, suya ne gerek...

Gerçek hayata dair kimse ''bir gün gelip gözyaşını biriktirmek zorunda kalabileceğine'' ihtimal vermedi.

Reklam panoları şehri İstanbul ' a haber saldı susuzluk yok, Melen çayını ayağınıza kadar getirdik. Onu da ait olduğu yerden koparmayı başardık sizin için...OYSA; Melen çayı okyanus olsa bitecek su birikintisinin damla hesabıydı gören gözler için.

Sonra halılar sarkmaya devam etti bu şehirdeki evlerin balkonlarından. Diğer şehirler de, uzakta aynı telaş içindeydi bakınca pencereden.

Fısıltı gazetelerinde suyunu boşa harcayan insanlara birileri ceza kesiyordu.Fısır fısır konuşmalar ise hiç lafa dökülemedi bu şehirde. Ya da şahit olunamadı.Beyaz masalar haftasonu kepenk kapatır olmuştu. Şikayet edilesi insanları şikayet edemeyen gel- git bünyeler vicdan azabıyla, içindeki kahramanı dövenlerdi geride kalan.

Görmediğimiz tüm ekran diyalogları artık ipini koparmış çılgın bir boğa gibi salonumuzun ortasında koşturur olmuştu. Biz de bu azaptan kurtulmak için yan odalara koşturur olmuştuk.

Vatanseverliği; milli takımın zaferlerini kutlamaktan ibaret, parti iktidarlarından kar, biri bayrağına dil uzatınca onunkine iki katını söylemek, hatta daha ileri gidip gerekirse yakmakla çözümlendiren birilerinin yaptığı olarak görüp , ülke sınırları içinde kalan suyu vatanın bir parçası olarak göremeyerek adeta cama çıkıp bardak bardak sokağa dökmüştük. Kova kova!

Bir grup insan hala çocuk doğurmanın derdindeyken, bir grup insan da onlara çocukların geleceğinden bahsederken, '' karamsarlar'' olarak kayıtlara geçmişti.
fazla gerçekçi olmak can sıkıcı duyunca, görünce, okuyunca...Ama gerçek. Gelecek ya da gelmeyecek ama şuan için koca bir gerçek!

Dünyanın seçme şansı olsaydı eğer, eminim ki içini döker basıp giderdi ama yükü alabildiğine ağır. Ama dünyaya seçme şansı vermeyen biz, istesek gayet iyi insanlar olabilirdik...istesek!

Şimdi sorun kendinize dünya insanları;

Yüzüne bir damla su vurmadan güne merhaba demeye hevesli misin yeterince?

Hijyenik temizleme mendilleri devreye girse senin temizliğin için. Korkup kaçar mısın 'su ' diye.

Susuz arınmanın tekniklerini geliştirenlere ödül verilirken kurumuş dudaklar hangi şarkıyı mırıldanmak ister, ya da ister mi gerçekten.Çatlamış eller şakşakçı bu kez.

Ya da gün gelip fotoğraf albümünü açtığında, çocuklarına ilk olarak hevesli bir şekilde içinde su görüntüsü olanları göstermeye hevesli bir sen.

Ya da daha da korkutucusu;

-anne, baba, hala, amca, anneanne...
Bu ne?
Nasıl bitti?
Siz ne yaptınız?

...sorularını duymaya ne kadar hevesliyiz ?















19 Ağustos 2008 Salı

Altın boynuz, bilir misin ?


Erkeklerin bazen çok basit varlıklar olduğunu düşünebiliyorum. Sonra diyorum ki hayır çok ileri gittin hepsi bir kefeye sığmaz. Her kadın Seda Sayanın programındaki meraklı tazelerle bir mi sence? Her hemcinsini sarıp sarıp sevgi yumağına sarmak mı istiyorsun (?)

-Hayır!!!

Sus o zaman haddini aşma! Baban, arkadaşın, dostun, sevdiğin insan olabilir her birinden bir parça. Bu kadar ileri gitme istersen bir hamlede.

Hepsini aynı kağıda yazamayacak kadar çok karışık bu kez konular. Maddeler halinde sıralamak gerek. Kaç adımda bilmem...!

1- Ölen öldüğüyle kalır lafını da hatırlar insan arada. Ama aslında çok sadist bir laf iken. '' Ölen ölmeyi kendi mi tercih etti? '' derim hemen.

2- Nikah salonlarının kasvetli olduğu doğrudur.

3-Kimi zaman insanlar sigara içmedikleri halde sigaranın yol açtığı bir hastalıktan dolayı ölebilirler.

4- Uzaktan davulun sesi bir hayli hoş gelebilirken, yakında duyulduğunda tokmak kafasına kafasına vurur insanın. Tokmak kafaya vurdukça davulu ve tokmağı, davulcuyu da anlamak kolaylaşır.

5- Nikah şekerleri gereksizdir. Sevimli bile olsalar bir evde süs diye tutulma olasılıkları beni benden alır.

6- Fotoğrafı çeken kişiyle iletişime geçmek kimi zaman olanaksız olur ve nemrut bilfiil kişinin takendisi olabilir. (oysaki sevimlidir gerçekte , pek de şekerdir)

7- Çok özlersin görmek istersin!!! hop orda bir dur bakalım derler.( sana can veren canını alır da alır, bi bakmışsın yine hayattasındır)

8- Oyuncak sepeti bu biliyorum. Nasıl da güzel hissediyorum bazen. İş rayından çıkmadan anımsasam bir de.

9- Şu koskoca dünyada nokta atışı yapılıyor hergün !!!

10-suz!!!

....

1-

2-

3-







14 Ağustos 2008 Perşembe

PEMBE PANTER, 2 GENÇ KIZ, İETT VE KURABİYE DÜKKANI.


Herkesin harcı değil tabi... Sıradan bir günde sıradan bir oyuncakçıya laf olsun diye girdikten sonra, büyük ölçülerde bir pembe Pantere sarılıp oyuncakçıdan çıkarken de ''Hadi Allah'a emanet ol'' diyerek 2 reyon ötedeki arkadaşını gülme krizine sokup şaşkın gözlerle onu seyretmesine aldırmamak.

Freudiye ''büyük üstad''
-Ne var ? çok sevimli ve sıcak bir yapısı vardı! diyerek uzaklaşır.

Aynı gün içinde tuturulan türkülerin içerikleri, okunan şiirlerin değiştirilerek günün gelişen şekline uyarlanması (ki bunu yazamıyorum çok ağır olabilir okuyucu kitlesi için: ) , otobüsün geçtiğini farkedip '' durdurun onu! '' diye duraktaki insanlara SOS vermek. Tabi bunu yaparken yine gülme krizine giren ve koşamayıp zor dakikalar yaşayan mazlum gence aldırmamak, bindiğin otobüste dikiz aynasından senin canhıraş koşuşunu izleyip, yüzünde kocaman bir gülümseme oluşan şöför beye nezaketen ''teşekkür ederim'' demek.32 dişinin de akabinde otobüsteki diğer yolculara MERHABA! demesi.

İşçi olup zor hayatı seçmeye karar verdim işte bu yüzden. Fırınlara iş başvurusu yapmaya başladım. Kurabiye yapıp ya da belki benzer fiili hareketlerle Eylül'e posta koymak istiyorum.

PASTANE HAYALİNE RAMAK KALSA : )


13 Ağustos 2008 Çarşamba

GELECEK YIL BU ZAMANLARDA , BEN...



İsterim ki okul bitmiş ben de Fransa yolcusu olmuşum. Sonun da beklenen an gelmiş '' bekleyenin bir tek ben olduğu o güzel an'' .

gelecek için yatırım yapması bazen olabildiğince saçma gelirken bazen de inanılmaz mantıklı olabiliyor. Anlamış değilim. Tamamen neyle ilgili olmasına bağlı sanırım. Yaza çıkarken kış için alınan bot hem mantıklı hem mantıksız bir iş iken, Fransızca öğrenip bunu ilerletmek gayet mantıklı bir iş gibi gözükebiliyor. Gelecek için şimdiden plan yapmak, gariptir, örneğin benim şuan yaptığım... gelecek yaz Ağustos ayını gözüme kestirip şu olmuş, bu olsa, gibi hayalleri kafasında tey teyyy yol almış bir insanın yazıya vurulmuş şekli. Bir de bunun söze dökülmüş şekilleri var onlar daha da can alıcı olabiliyor.

Yapma diyorum bazen. Sonra yaparsan bağ yapmazsan dağ, sonra bana ne dağdan bağdan, kimler gelip dağdan bağdakini kovarsa hesabını bir şekilde elbet öderler diyorum. Hesabın ne tarafta ödendiği de önemli gibi geliyor bazen. Haddimi aştığımı hissedip susuyorum.

Hem evrene iyi mesaj verin derler. (bilenler bilir)

Evrene iyi mesaj vermek bunun kibarlaştırılmış hali aslında. Kendine gaz vermek daha doğru. O kadar iyi mesaj veriyorsun ki kendine istediklerini yapmaman dış şartlar dışında imkansız hale geliyor. Karşılaşmak istediğin insanla karşılaşmana ne demeli derseniz eğer :

a) Tesadüf
b) Dış mihraklar
c) O kişide istemiş demek, derim.

Gülmeyin duyar gibiyim!

Ne diyordum?...seneye bu zamanlarda ben...!

8 Ağustos 2008 Cuma

T.Ö - T.S


TATİLDEN ÖNCE- TATİLDEN SONRA ,TAŞINMADAN ÖNCE -TAŞINDIKTAN SONRA

Beklenen an gelir ve 3 kağıt bebek kendini içi dolu turşucuk bavullarla yollara vurur...Gün gelir dört teker, gün gelir dalgalı denizde salanan tahta kayıklarda bulurlar kendilerini.

Saatler geçer gün gece olur, ama akşam üstü saatlerinde Kaş sokakları beni benden alır. Mavi boyalı beyaz peçeteli kırmızı avizeleri olan mekanda nazar değmesin maşallah denilerek denize bakılır. Köprünün olmadığı, begonvil sarkan balkonların olduğu beyaz evlere hayran kalır kağıt bebekler! Bir daha gelelim ama bu kez Ölü deniz akıllarda ölü olarak kalmaya devam etsin denilir.

DERKEN...

Dönüş yolu bitmek bilmeyen saatler akabinde: köprülü şehre varılır dört teker üzerinde. Çaktırmadan mutlu bile olunur.

Taşınma öncesi sonrası dönemi gelir. kağıt bebek devri biter ve yerini Herkül- Zeyna kuvvetinde insan silüetleri alır. Nitekim insandırlar. ''Yorulmak '' denilen eylemi en kralından yerine getirirler...

Şimdilerde T.S devrine geçilmiştir.

2 krallık vardır, birini iki kız kardeş yönetir. Diğerini de Paşa babam!

Sarayın kapıları altın değil bildiğin çelik kapı, mutfağında ise duruma göre değişebilen 2 adet aşçı vardır : )




25 Temmuz 2008 Cuma

25 TEMMUZ


25 rakamının uğuruna inanmışımdır hep...Okul yıllarımda okul nosu olarak bile kullanmışlığım var zamanında. Şans eseri belki ama hiç olumsuzluk getirdiğini hatırlamam.

Ve birkez daha 25 rakamını gösterince takvimler!!!

Böylesi güzel şeyler duymayı hep sevmişimdir, ama bu kez bu kadar çok kişiden aynı anda duymak beni inanın çok ama çok yordu...Sevinçten yorulmak neymiş anladım...hepinize çok teşekkür etmek yetmez geri kalanı da hayata dair zaten...

''bu kadar duygusal olma
yutar seni bu dünya'' dedi biri ...!


ama İYİ Kİ DOĞDUM DA SİZİN GİBİ GÜZEL İNSANLARI TEK TEK TANIDIM!

11 Temmuz 2008 Cuma

geri sayım başladı...


Uzun zamandır özlemini çektiğim yolculuk sanırım gün itibariyle artık birkaç adet saat diliminden geçilmesine kaldı. Uzun zamandır özlemini çektiğim yolculuk tek değil aslında bunlardan bir kaç adet var...Trenle çıkılmışbir yolculuk ve hiç tahmin edemeyeceğin güzellikte bir yere varmak sanırım bu listede ilk sırada yer alıyor. Diğerleri ise Fransa ve italya sınırları arasında kalan çeşitli güzel bölgeler. Ki bunlardan biri Toskana! Ne yarışmalara katıldım oralara gitmek için ama olmadı. Ama olmaz diye birşey de yok! Fransa sınırlarında kavuşmak istediğim insanlar var aslında gitmek istememin asıl nedeni belki de bu. Bazı insanlar vardır hayatınızda, mektup arkadaşı olanlar bunu iyi bilir. Yazarsınız, gönderirsiniz,anlatırsınız, ve anlaşılıp beklediğiniz tavırların ötesinde bir tepkiyle karşılaşınca varılan noktaya şaşar kalırsınız. Kızgınlığınızı da sevincinizi de hayal kırıklıklarınızı da, kısacası hayatın getirdiği götürdüğü ne varsa paylaşırsınız o güzel insanla. Mektubunu kapıda bulunca çığlık atmanıza engel olamazsınız. Sizi dinler sizin için mektup kağıdı hazırlar, çektiği fotoğrafları da eklemeyi unutmaz. Garip duyguların hepsinin zarfı elinize aldığında başınıza çöreklenmesi. Tam kavuşmaya ramak kalmışken başkalarınn gelip hayallerinizi elinizden çekip alması. Aklınızdan çıkarmanızı beklemeleri....teşvik edici nedenler olur! Kafanıza koyduğunuz diğer yolların anahtarlarına kavuşmak için kapalı kapıları boşverip pencereleri zorlamaya başlamanız ise tercih ettiğiniz diğer yollar! ilk aldığım mektubun kenarında elinde sihirli değnek olan bir peri çiziliydi...!

9 Temmuz 2008 Çarşamba

sisli, puslu, rastgele çizgiler !


Sıradan bir günde, güçlü bir darbeyle titrer oyuncak sepeti. raftaki oyuncaklar ortalığa dağılıverir. Dizlerinin üzerine çöküp olan bitene şaşkın, yaşlı gözlerle bakan kız çocuğu...

Oysa ki daha önce çok daha şiddetli yıkımlara şahit olmuştur bu kız...


İçi acır, yine sorgular, yine cevap bulamaz. Daha önce bir kez bile tanışmadığı biri için, gençliği için, gülen yüzü için, yakınındaki diğer arkadaşlarının hissedebileceklerini bildiği için çivilenir olduğu yere ve boş gözlerle anlama çabasına kaptırır kendini.

Sonra bir el dokunur sol omzuna yine.

- kendini üzme bu kadar...daha önce neler yaşadın, elimizden bir şey gelmez dua etmek ten başka...

Gerçek ile sonrası arasında sıkışıp kalır fani beden!

6 Temmuz 2008 Pazar

bir, ki , üç , tııp!


Karınca kararınca, pıt, pıt adımlarla yol aldığımız şu günlerde sanırım yorgunluğumu bir akşamüstü vakti uzakları seyrederken durup dinlenince farkedicem. Neyse ki uzaklarda olacağım o vakit, kısmetse. Yıpranan, fire veren ne varsa kendiyle yüzleşip hemen toparlanmak için start alacak.

En çok özlediğim şey Saros ' da uzun süre kaldığım dönemlerde akşamüstünü heyecanla bekleyip deniz kenarına inmek sanırım. Uzun uzun seyredilecek kadar sakin, turuncu pembe tonlarda gün batımı, uzaklarda belli belirsiz başka kıyılar. Ellerimi kun tanelerinde ağır ağır gezdirmek bir yandan. Adettendir farkında olmadan kendi ismini yazıp silmek. O an biraz sıkılmaya başlayıp elini eteğini kumsaldan çekerek faşır faşır kum tanelerinin üstünde terliğini ayağına denk getirmeye çalışmak ve evin yolunu tutmak. Sonra belki biraz yazı yazmak ondan da sıkılmak... Ama şimdi özlemek. Üstünden öyle çokzaman geçince oyuncak sepetindeki yelkenli alıp götürüyor işte bir anda öteki ana. O ana kavuşulmuyor tekrar ama neyseki açığı kapatacak ve hatta belki o ana taş çıkartacak yeni ufuklar beliriyor kaleden bakınca.

Orda da yaz mevsim, orda da beyaz ile mavi göz alıcı duruyor, orda da kırmızı başka bir anlam katabiliyor bu iki rengin arasına karışınca. Elbisemin üzerinde taşıyacağım bu kez kırmızıyı taaa uzaklara...

Ve dönünce bulmak istediğim tek şey beni yeniden doğmuş bir hale getireceğine inandığım yeni mekanımızın, bizi buket buket çiçeklerle karşılaması kapıdan içeri girdiğimiz an ile birlikte.

Ve bir kaç eski isim hiç kuşkusuz mutlu ve benimle olsunlar dönüşümde yine. Anlam veremediklerim dip notları açığa çıkmış bir şekilde karşılasın.

Oyuncak sepeti ahşap'tan plastik değil ki. kül olur yanarsa uçar gider, eriyip yapışmaz eskilere !

1 Temmuz 2008 Salı

sık sık adres değiştirmek için kaçakçı olmak gerekmiyormuş.


kutu içinde kutu, kutu içinde kutu! derdi bir hocamız hayattan örnekler verirken. Gülme krizlerimizin eseas ismi olmuştu kendisi. O zamanlar tabi bir de gençliğin verdiği potansiyel gülme eğilimi de daha ağır basıyordu. Yaş aldıkça insan durması gereken noktayı daha belirginleştirmeye başlıyor, kaçınılmaz...

Kutu içinde kutu uygulamasını somut bir şekilde hayata geçiren de ben oldum o kadar öğrenci içinde. Taşınmak artık bizim için gündelik hayatın bir parçası oldu. Sabit noktalarda uzun süre kalmayı bünyem kabul etmiyor zaten. Ha olur tabi neden olmasın belki gün gelir Beşiktaş gibi bünyemde mutluluk kıvılcımları yaratan bir semte taşınmak kısmet olur o zaman bulunduğum yere demir atmak da daha kolay olabilir .Kaçakçılık yapsa insan bu kadar yer değiştirmez diyorum bazen. adresimizi değiştirmek ne fayda getirir ki hafızamızı güçlendirmekten başka. Hatırlanması gereken telefon numaraları, no: bilemem kaçlar...Tanıdığımız komşulardan bahsederken ''hangi ayşegül, hani şu bilmem nerde otururken alt katımızda olup sonra karşı komşumuz olan ayşegül mü?'' ikilemleri vs.

İçime sinen nadir yerlerden biri olmakta şimdiki muhitimiz. Üç sokakta kıyamet koparken burda sakinlik kavramını derinden hissediyoruz ki mutlu edici etki budur!

Ev = huzur eşitiğini korumaktır bizler için önemli olan.





28 Haziran 2008 Cumartesi

T-R-V-BİZ

Sonunda rengarenk evlerden en sevimli olana kavuşulur...trırırım tırırım nidaları atılarak ve biraz da zıplanarak eskilerle yapılacak olan vedalaşma törenine yelken açılır. Tabi kıymetli eskiler değil, bahsi geçenler; '' eskiten eskiler ''... Şimdi yeniliklere tozu dumana katarak kavuşma zamanı...!

Üstelik başlangıç gayet güzel bir şekilde yapıldı bile. Beklediğimin katmer katmer üstünde bir Travis konserine dahil olmanın mutluluğu içindeyim. Mor ve ötesinin yeri ayrı zaten, hayran olunmaz ama güzel şeyler anımsatır bi grup olmaktan ibaret sanırım. Sakin hiç kapılası bir grup değil, enazından gördüklerimden bunu öğrendim...Dinle ve kaç gibi...! Hani illaki birilerini taklit edeceksen sahnede, adam gibi birilerini seçseydin takipçisi olmak için... sigaramı da içerim, t-shirtümü de çıkarırım hebele hübele fransızca bir, ki , üç bile derim dersen ben buz gibi soğurum senden...duyduklarım ağırlıkla hoştu yalnızca. Öncekilere istinaden...

Eyes wide open, selfish jean...onların ötesinde closer, side... genelde yabancı grupların bir çoğu bir noktadan sonra istediğimi hissettirmekten uzaklaşırken, bir hayli yabancı duyguların eşiğine götürüp bırakıp kaçarken, sanırım kendime bile itiraf etmekte zorlandığım şeyleri sevimli güzel insanlar sayesinde yabancılaşmadan hissettim. Bunu dilini bilmediğin bir yerde sağlamak başlı başına yetenek...

-Sanırım şuan bir müzik grubuna aşık oldum ben, diyordum en son...
-Hadi ordan!, deyip uzaklaştı Esra kişisi, hayran bakışlarıma şaşırıp...
(aşırı hayran olmanın adı herneyse işte ondan olduğuma eminim ben.)

Canlarım arkadaşlarım yanımda yoktu üzüldüm tabi ama kısmetse başka bir yerde başka bir zamanda birlikte tekrar yaşamayı umuyorum.

Adilik yapıp canlı tel. bağlantısı kurmak istemedim evet. Ama videolar elimde vurun beni!!!




15 Haziran 2008 Pazar

Kiralık ev / hayat / kişi vs


Karton hayat üzerindeki rengarenk evlerden kiralık olanlarına bakar oldu tüm gözler...Tırırırım tırırrım adrenalin yüklü müzikler eşlik etmekte kiralık evlere bakan bir kaç çift gözün hayatına. Kablolu bağlantılar bile devreye girdi gerçekçi amaçlara ulaşmak için. Her yol denenmekte. Küçük sevimli şöyle iki oda çapında gelişmeler beklemekteyiz... gelişmemekte inat ediyorlar onlar da, bir hayli inatçılar yani.

Başka değil aynı yakanın diğer yamacında ise...

Okuldan bir hayli yılgın olan bir bünye mevcut. Öncelikle püsküllü belayı (kep) başından nicedir atmakta olan kişilerin mutluluğuna ortak olmanın hal-i ruhiyeti yüklü üzerinde. ''Ben de o belayı başımdan atmak istiyordum'' diyor varlığı.var vakit az biraz daha diye cevaplıyor içindeki bilmiş ses. İçinde değil sanırım cebinde olmalı hatta. Yoksa susmak bilmezdi hep içinde taşısaydı. Kıyafetinde yer buldukça imkanları değerlendiren bir ses bu. Sol cebinin üzerinde olmaya hiç cesareti yok.

Seneye bu zamanlarda diye başlayan kalıp cümlelerin devamında aile üyeleri başta olmak üzere geleceğe ait bir düşünce balonuna doluşturuverilirler. Çeşitli karelerle ''seneye bugünlere ait olabilecekler'' özetlenir bir anda. Sonra zaman iğnesi patlatıverir balonu. O ne demekmiş öyle diye... Bekle bakalım diye bir kum saati düşüverir önüne. Kum saatine bir tekme atasın gelri gelmez değil elbet :) ama engel olursun kendine...Futbol sahasında mezuniyet olmamalı kontenjan hiç inandırıcı olmuyor diye bağırası geliyor insanın. Arada kaynasam isteği doğuyor öğrenci kişinin.

Seneye bu zamanlarda...

Ve ''GOOOOOLLLL'' sesiyle irkilir bünye. Bu sene bu zamanlarla uğraşmak daha keyifli. seneyi o sene düşünür zaten. Bize mi sordu gelirken...(?)


9 Haziran 2008 Pazartesi

çamaşır sepeti değil ki bu canım...!

''seven days in sunny June'' henüz rahata kavuşamadı,
ama enazından huzursuz değil.Yeni, güzel bir sürü insan tanımanın verdiği çoşku, huzurlu ve mutlu hissetmekte birebirmiş sanırım. Ya da bu tamamen ışığı görmekle alakalı. Ya da yeni planlarla... Ya da bu sedece; nedenleri çeşitlendirmekle alakalı. Bol bereketli durunca daha bir kayboluyor insan işin içinde, ve aksilikleri görmeyerek hayatını hoş kılabiliyor. Ki mükkemmellik henüz tatmadığımız bir şeyse elimizdekiler hiç de fena değil.

Karton hayata yakında bir grup müzik insanı gelecekmiş. Afişlerini asmışlar sokaklara. Huzur da var yaptıkları müzikte, ellerini yerine sabit tutamayıp bir oraya bir buraya savurma hissi yaratan, insanı döndüren 360 derecesini sık sık kolaçan etme hissi verdirenleri de var...

Öncelikle şu çamaşır sepeti görünümlü yerden kurtulmalı yalnız...! Hani şu ösym kamyonundan içine yuvarlandığımız!





5 Haziran 2008 Perşembe

Garip bir ince duvar örüldüğünü hissedebiliriz zaman zaman...Arada bir göz teması alır eline malayı, çimentoyu, hemen başlar saniyelik duvarları örmeye...ya da koskocaman bir paragraftan bir kelimeyi seçip görevlendirirsiniz bu iş için. ''Bize öyle gelmiştir'' ler ise asla duvarı sağlamlaştıracak su vazifesi görmez. Tam aksine evet hiç yanılmadım'' lar sağlamlaştırır duvarları. Sudan çıkıp demir yığını bile olabilirler. Malzemeden hiç çalmayan mühendis sizsinizdir artık.

Ama şu da bir gerçektir ki inanılmaz güzel şeyler paylaşılan insanlar o duvarların arkasında bırakılmaya kıyılamaz asla. Çoğul eki olmasa bile ''güzel şey'' in yanında bu bile bir sebeptir moloz yığını yaratmamak için.

Nicedir ki böyle ola gelmiştir...Olacaktır da.
Sen bile kendi kendine bazen dürüst davranmıyorsun ki : )

2 Haziran 2008 Pazartesi

si di sözlük

Bilenler bilir... Tahsin Saraç vardır, Fransızca sözlükleriyle ün salmıştır. Bu tuğlamsı sözlüklerden biriyle de ben tanıştım geçen yıl. Zaman zaman gayet anlaşılır olsa da eski Türkçe anlamlarda koptuğum olmuştur. Bu gün bu sözlük bana cd kabı olarak geri döndü... Travis' in gelmiş geçmiş albümlerine ev sahipliği yapmış bir güzel. Yapanın ellerine sağlık (vodoo seni) pek hoşuma gitti.Yavaş yavaş meyvelerini topluyorum sözlüğün yani. Mesleki yaşantıma yeni bir soluk getirdi bugün çok heyecanlandım. Az da kalmış hem okulum bitecek yakında inşallah fena mı şimdiden kendimi kaptırsam... fena tabi :) Ya öğretmen olursam!


Çocukları seviyor olmak öğretmen olmak için yeterli bir bahane değildir çünkü. Hele ki çocukları belli süreler ve belli yaş grupları dahilinde seviyorsa öğretmen adayı, aday olarak kalması toplumun huzur ve refahı için iyidir. İyi de ya ampüller vatanı ele geçirirse n'olcak bu kadar çocuk yazık ziyan...Peki ben süperman miyim? Hayır, ama süperwomanlığa aday olmazsam yazık gençliğime derim...

Travis konser verse, ön grubu mor ve ötesi olsa, sakin olsak...Parkorman yakın olsa.Olmasa da olur hoş, biz varımızı yoğumuzu versek de , ''bilet almak '' , ''konsere gitmek'' terimlerini başlık olarak yapıp mutlu olsak :)

1 Haziran 2008 Pazar

Günlerden bir gün...!

Seven days in sunny June: )

Bu yedi günlük süreç finalleri de içeren döneme denk gelirse hiç hatırlanası üstüne şarkı yapılası bir haftalık süreç olmazdı herhalde. Sanatçı kişilik bu şarkıyı hangi ruh hali çerçevesinde yapmış o gayet belli zaten ama en azından neşeli bir pazar günü yaratmak adına hayırlara vesile olmuştur kendisi, onun kadar süper yedi gün geçirmiş olmasam da...

Acaba doğuştan mı böyle bir öğrenciydim yoksa sonradan ''sepet''e düşmemin etkisiyle mi bu kadar rahat oldum bilinmez, saniyelik zaman dilimlerinde ders çalışır oldum. Kurşun askerler pusuda bekliyorlar top atışı yapmak için. Başlangıç tarihleriyse 5 Haziran'ı göstermekte. Lahana bebek komutasında işler ne kadar yolunda gider bilinmez, bizler derin şüphe duymaktayız ama bekleyip göreceğiz artık. Güneşin mavinin sorumlusu da ben miyim canım ? onlar kendileri harekete geçip beni de kendilerine benzettiler neticede.

O değil de; yedi sayısı niye bu kadar çok şeye konu olmuştur onu düşündüm birden bire.Bir bilene sormak lazım. ''Haftanın günleri bu kadar da etkiler mi ki herşeyi?'' diye. Gerçi diğer 6 sından korktum ben bir ''pazar'' ı bunları yaptırıyorsa diğerlerinden korkmak lazım...

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Cıstık cıstık müzikler dinleyip (ki çok da bu formatta olmasa da şuan onlardan biri eşlik etmekte bana ) tempolu yürüyüşler yapasım var: )daha ileri gidip koşmak da isteyebilirim ama onun için biraz daha enerjik olmam gerek.Yol kenarındaki benzin istasyonları gibi, kişilere özel demir takviyesi yapan istasyonlar da olursa ileride bunu da başarırım hayırlısıyla...yoksa kansızlık felan bunlar ''balık'' gibi yapıyor adamı gördüğün duyduğun iki saniye kıstasında.

Mevsim normallerinin getirdiği bir özellik midir artık karton üstündeki taşların bir bir güzel bir kare oluşturmasından mıdır bilemiyorum artık alameti farika nedir ?hem bilmesem de olur şart mı canım mutluluğun kaynağını kurcalamak: )

Satır aralarına, kişisel diyaloglara gülen yüz sıkıştırmaktan daha abartılı bir yanı mı var sanki :)

Benzin istasyonlarına rakip enerji istasyonları isteğim hala sabit üstelik...(: Araçlara ihtiyaç duymayacak insan toplulukları istiyoruz !!!