22 Ağustos 2008 Cuma

Biz çoktan unuttuk dünya dediklerini...!!! (sakin)


Herşeyin konuşulup dört duvar ardına geçilince unutulduğu günlerden birinde... Elimi musluğu açmak için uzattığımda, akacak tek bir damla suyun muhasebesini yapar olmuştum. Bundan 20 sene önce, ya da doğup kendimi bilmeye başladığım süreçte bahçeli evin muslukları açılır hortum bahçeye bırakılıp bir süre suyun akması beklenirdi. Bol bol sulanırdı ne varsa. Suya doyum doyum doymaktı bitkilerin üzerine düşen.İsraf edilmezdi su, ama bolluğundan da şüphe duyulmazdı ihtiyacı karşılamak konusunda.

Sonra bir devir geldi ki...

Tüm muslukları kapattık sıkıca. Ve her açtığımızda, bundan sonraki yılların korkunç ama gerçek seneryoları bir bir, musluktan damlayan su damlasında büyüdü...büyüdü...canlı birer görüntü oldu. Soframızdaki bardaktaki suda, yoldaki arabanın yanımızdan geçereken sıçrattığı su birikintisinde titrek titrek, mutfaktaki sebze meyvemizde damla damla birikti yansımalar. Eskiden çaydanlığın dibinde biriken su şimdi balkondaki saksıdaki çiçeğin köküne can verir oldu.

Okul koridorlarında, bir zamanlar gönül verilen stk' nın afişinde insanları uyardı '' Susuzluk! '' Ama öğrenci insan dönüp afişe bakmakla yetindi iyi ihtimalle. Elindeki telefondan kafasını dış dünyaya uzatabildiği kadar izin verdi algılarına belki bir an. Bilgisayarındaki ekran suya doymuşçasına renkliydi, soluk tonların ayarı vardı, suya ne gerek...

Gerçek hayata dair kimse ''bir gün gelip gözyaşını biriktirmek zorunda kalabileceğine'' ihtimal vermedi.

Reklam panoları şehri İstanbul ' a haber saldı susuzluk yok, Melen çayını ayağınıza kadar getirdik. Onu da ait olduğu yerden koparmayı başardık sizin için...OYSA; Melen çayı okyanus olsa bitecek su birikintisinin damla hesabıydı gören gözler için.

Sonra halılar sarkmaya devam etti bu şehirdeki evlerin balkonlarından. Diğer şehirler de, uzakta aynı telaş içindeydi bakınca pencereden.

Fısıltı gazetelerinde suyunu boşa harcayan insanlara birileri ceza kesiyordu.Fısır fısır konuşmalar ise hiç lafa dökülemedi bu şehirde. Ya da şahit olunamadı.Beyaz masalar haftasonu kepenk kapatır olmuştu. Şikayet edilesi insanları şikayet edemeyen gel- git bünyeler vicdan azabıyla, içindeki kahramanı dövenlerdi geride kalan.

Görmediğimiz tüm ekran diyalogları artık ipini koparmış çılgın bir boğa gibi salonumuzun ortasında koşturur olmuştu. Biz de bu azaptan kurtulmak için yan odalara koşturur olmuştuk.

Vatanseverliği; milli takımın zaferlerini kutlamaktan ibaret, parti iktidarlarından kar, biri bayrağına dil uzatınca onunkine iki katını söylemek, hatta daha ileri gidip gerekirse yakmakla çözümlendiren birilerinin yaptığı olarak görüp , ülke sınırları içinde kalan suyu vatanın bir parçası olarak göremeyerek adeta cama çıkıp bardak bardak sokağa dökmüştük. Kova kova!

Bir grup insan hala çocuk doğurmanın derdindeyken, bir grup insan da onlara çocukların geleceğinden bahsederken, '' karamsarlar'' olarak kayıtlara geçmişti.
fazla gerçekçi olmak can sıkıcı duyunca, görünce, okuyunca...Ama gerçek. Gelecek ya da gelmeyecek ama şuan için koca bir gerçek!

Dünyanın seçme şansı olsaydı eğer, eminim ki içini döker basıp giderdi ama yükü alabildiğine ağır. Ama dünyaya seçme şansı vermeyen biz, istesek gayet iyi insanlar olabilirdik...istesek!

Şimdi sorun kendinize dünya insanları;

Yüzüne bir damla su vurmadan güne merhaba demeye hevesli misin yeterince?

Hijyenik temizleme mendilleri devreye girse senin temizliğin için. Korkup kaçar mısın 'su ' diye.

Susuz arınmanın tekniklerini geliştirenlere ödül verilirken kurumuş dudaklar hangi şarkıyı mırıldanmak ister, ya da ister mi gerçekten.Çatlamış eller şakşakçı bu kez.

Ya da gün gelip fotoğraf albümünü açtığında, çocuklarına ilk olarak hevesli bir şekilde içinde su görüntüsü olanları göstermeye hevesli bir sen.

Ya da daha da korkutucusu;

-anne, baba, hala, amca, anneanne...
Bu ne?
Nasıl bitti?
Siz ne yaptınız?

...sorularını duymaya ne kadar hevesliyiz ?















Hiç yorum yok: