29 Kasım 2009 Pazar

Anlatılması lazım gelen evler

Bayram münasebeti nedeniyle kapısı çalınan, aralanılan, ardına kadar açılıp içeri buyur edilen evler... O evlerin bir kısmı çocuklukta metrelerce uzunlukta koridorları, kocaman odaları olduğu düşünülen ancak gel zaman git zaman sonra yaş büyüdükçe, beden de yaşa ayak uydurunca o kadar da büyük olmadıkları farkedilen bayramlık , ilginç olan; kokuları değişmeyen, renklerinden de çok ödün vermemiş olan evler. İçerisi kalabalık, kalabalık oldukça da neşesine neşe katanlar.

Bayram nedeniyle sayısı artan ev nüfusu, kalabalıklar azalınca başbaşa kalan, kalabalık sebebi, yüzleri çizgili, elleri benekli insanlar. Bir o kadar da yorgun ama dinç bedenler. Çaktırmadan titreyen eller, tutulan bele elle destek vermeler. Ama aynı zamanda evindekilere ikram edemediği birşeyler kalmasın diye çırpınan o güzel ev sahipleri.

Bu evlerden biri çocukluk yıllarında tanışılmamış, kapısı değil aralanmak henüz görülmemiş ama gençlik yıllarında içinde yer almaya gönüllü olunan, bir apartmanda yan dairesine komşu olunmaya layık görülmüş bir hane oluverir. İyi ki de olmuştur. Çünkü o komşu dairedeki komşu teyze; al yanaklı, tombul, güler yüzlü, netice itibariyle başında haresi, sırtında bi çift kanadı eksik bir bayanın evidir.

Kasımpatı alınır, evinin kapısı çalınır eldeki çiçekler evin içine girince oracıkta sönük kalır. Bu evin odaları duvar kağıdı kaplı, vitrinleri oymalı, avizeleri de genellikle yumurta ampüllüdür. Cam kenarlarında menekşeler dizi dizidir, bazılarının koltuk kenarlarında ''koltuk cepliği'' denildiğini sandığım, içine; gözlük, tv kumandası, tespih vs konulan ayrıntıların olduğu ama koltuklarına oturulduğu andan itibaren dinlendiren evlerdendir. Eski defterler açılır, yenilerle kıyas yapılır '' ahh ah'' denilir akabinde '' şu yaştayım ama nasıl geçti sor, anlamadım'' dedirtir...

işte o anlatılanların hepsi '' nasıl geçtiği anlaşılmayan'' o yılların dilim dilim kesitleridir. Saatler birleşip ömür pastasını tamamlama yolunda hızla ilerliyordur. Karşısında geçilip oturulan o insan yerine düşünülür, işin içinden çıkılmaz gençlik hallerine dönülür. Ama o haller zamanı dondurur, duvarları huzur boyalı odalarda kendini dinletir insana. Bayramlar da buna sebep oldukça iyi ki varlardır...

14 Kasım 2009 Cumartesi

ruhun, hani şu...

Salıncaklar sallandırıp yüksek tepelerde, nefesini tutup, aşağıya bakamayarak gözünü kaçırmak istemen, garip! Soluğun boğazında bir iki saniyeliğine hiç değilse düğümlense ve birden yeşilliği görüp rahatlama hissetsen...Yere bazsa ayakların salıncaktan korkunca birden. Kollarını ardına kadar açamazsın bu yüksek tepede kurulu salıncakta şimdi...diyelim ki açtın o narin kollarını ardına kadar, salıncağı kuracak tepe bulamazsın bu kez. İç çekip yoluna devam!

Ruhun...içindeki o garip şey. Kimi zaman sis bulutu, kimi zaman külçe altın, bazen çöp tenekesi hatta. Acımasız, kimseye olmasa da kendine bazen. Elinde olmadan bir başkasına. Öfkeli, hırçın soluk içinden kopup giden...Heyecanını tutamayıp ağzından çıkacakmış gibi hissettiren. Etraflıca boşluklar olduğunda da, gazete kağıtlarını, tutam tutam pamuğu boşluklarına tıkıştırmak istediğin. Halatlarla bağlasan yerinde tutamayacağın, yaksan yakamayacağın, buhar olsa havaya karışsa dediğinde daha da şiddetli kaynayan, çıkış yolu bulamayıp yine su damlalarını içine serpiştiren...


iç çekip aniden yoluna devam...kocaman iki ağaç var ilerde bak! yamacın başında. hadi kur salıncağını da ayaklarını sallaya sallaya nefesini tut yeniden!


Nasıl birşey? zamanın mı var? yoksa zamanın mı dolar o an?

20 Ekim 2009 Salı

kırık, çarpık, buruk

Hayatındaki önemlilik derecesi keskin sınırlarla belli olan eşyalara zarar gelirse oturup ruhunu yorar insan. Zarar verdiği eşyanın faturasını kendine çıkarır. Eşyalar önemsizdir, candan ötesi yoktur denilir. Ancak bizi üzen de odur ya, onu size veren birileri olmuştur, sizin adınız gibi bildiğiniz zamanlarda konuşmalarınıza şahit olan eşyadır belki o, ya da anneanneninizin vitrinininde çocukken önünde bir oraya bir buraya koşturduğunuz dönemlerde, siz hayli ciddiyetsizken vitrinde gayet kendinden emin duran eşyadır o. Şimdilerde üzerinde sandık kokusu vuku bulur, o zamanlarda kolonya kokusu varken üstünde. Kırılmıştır ya şimdi...kırılırken içiniz cız eder, hele ki o eşya sizin değil bir başkasının hatırasıysa lime lime olursunuz. Zamanı geri almak mümkün olsa aradaki ayrıntıları boşverip zamanı sırf o eşya için geri alırsınız. Sizin değildi o ama elinizi sürmüştünüz bir kere ve şimdi yerdedir bin parça, zarar görmesin diye uğraşırken üstelik...



giden gitmiştir...Başkalarının hatırasına burnunuzu sokmuş gibi hissedersiniz bir anda. Giden her ne olursa olsun artık. Yanlış zamana denk gelen yanlış olaylar vardır ya işte, atsanız atılmaz satsanız satılmaz...Değil yaşadığınız o anı kendinizi koyacak yer bulamazsınız ya hani bazen. Kırdıkça kırılmışsınızdır aslında, üstelik elinizde olmadan. Başkasının gözlerindeki önem derecesini görürsünüz o eşyanın. Başkasının mutsuzluğuna sebep olmuş gibi hisseder kendinizi de ziyadesiyle mutsuz edersiniz! Sonra lanet olası bitemez üçlemeler vardır. Üçlemezsen olmaz nedir hikmeti bilinmez. ve hemen akabinde istemeden bu sefer de kendine ait başka bir eşyaya zarar verirsin. Üçlememek için direnirsin şimdi de.





Manasızdır çünkü!





14 Ekim 2009 Çarşamba

yaşasın kötülük, savulun!

Üç beş biliyorsun ya bişeyler. Birileri sert çıkışlar yapınca nasıl sağlam durabildiğini biliyorsun. Hayat bu ya, herkesin işi rast gitmez her saniye. Hayat yorar bazen insanı, yormasa bile bir cimdik atıverir, kendine gelirsin. Sonra sen diğeri; kendini şaşırdıkça, belki birazcık etrafındakileri de şaşırtırsın. Halbu ki şaşırdıkça yorulan aklın fikrin, ve ziyadesiyle yüzünü döndüğün insanlar aslında pamuk tarlalarını sana hediye etme niyetinde habire. Habire hediyeler sunma memnun etme telaşında. Mutlu gördüğünde de mutlu hissetmeye devam etmekte sayende. sayenizde...Ki sen de öylesindir bilmez miyiz hiç. kıymetli kişi.

Bu gün senin cam halini bi gören duyan oldu biliyorum...kendini fazla abarttıkça bu hayata direnmeler konusunda, yufka yüreğinden börekler açıp tepsiye savuran çok olur biliyorsun. O yüzden gel sen beni dinle. Fazla şımartma aklındaki fikrindeki süper insanları. Durman gereken yeri iyi bil, adın gibi . Cam felan da değilsin, ya da illaki camsan, çoktan buzlu cam statüsüne terfi oldun. Hadi şimdi kırıl kırılabilirsen, cam tuğla olma da, aman!

5 Ekim 2009 Pazartesi

Aklıma asılı çamaşır ipi, hayaller mandallı üstelik

Dönem dönem gidilesi gelen yerler takılır aklıma benim. Üstelik aklıma takılıdır sürekli o yerler, zaman zaman su yüzüne çıkar, hatrını sorarım o yerlerin. Herkese olur mu bilmem.

Bir gün yolda yürürken kocaman ağaçlar arasından geçtiğim bir anda gökyüzüne çeviririm kafamı , gözüm bulutlara takılır. Kendimi bir göl kenarında hissederim. O göl kenarında ağaçlar vardır burda olduğu gibi, ama burada olmayan çok farklı şeyler de orada biraradadır.

Ahşap bir ev vardır mesela o evin kocaman mutfağı vardır, mutfağında reçel kavanozları dizili raflar....merdivenleri vardır üst kata uzanan. Üst kata çıkmadan önce gözüm sağdaki ufak bir odaya takılır. Evet tahmin eder misiniz bilmem ama orada da mutluluk aşılayan ve bir o kadar da huzur veren ayrıntılar mevcuttur. Açık renkli kanepede kırmızılı, mavili desenlerin olduğu, bol minderli huzur koltukları mevcuttur iki adet. Kitaplık vardır o kıymetliler için. Sığınak havasındadır özetle bu oda. Çekmecelerde, dolap raflarında olan herşey gelir o an gözüme. Yukarı çıkarım yavaş yavaş. Yukarı da da mevcut olan muhtemelen huzur verici yeşil tonlarıdır insanın eline ayağına bulaşan. Aklını çelen huzur...Bu evin sabah kahvaaltılarında fesleğen yapraklı zeytin taneleri mevcuttur.

Balkona çıkılır balkonda da serin esen rüzgarı hissedersin. Masaya oturmadan önce canın çay ya da kahve içmek ister. Hemen telaşla aşağıya iner kendine mis gibi çay demlersin, yok yok kahve kutusunu ararsın... Sonra kurabiye ya da kektir kuvvetle muhtemel olasılık o an mutfak masasındaki fanusun içinde duran, küçük bir tabağa koyarsın işte içindeki o güzel şey herneyse. Yukarıdaki balkona çıkarken dışardan bir ses duyarsın...


..Dışardan bir değil bin ses duyarsın. İnsanlar yürür sana doğru koşar hatta kimisi, sağından solundan. Ağaçların dalları sallanmaya başlar gözün bulutlara takılmışken. onlarca yapraktan biri seni kendine getirir üzerinde biriktirip sana doğru bıraktığı yağmur suyuyla. Köşeyi dönünce senin evin... Minderleri dikmek için daha vaktin var. Kek tariflerini denemek için de bolca zamanın. Okumadığın kitapları okumak için de vaktin olacak senin daha. Sana göre öyle. Mevsim de yine yaza varır nasılsa...




28 Eylül 2009 Pazartesi

PIRILDAK DAMLI KURABİYE EVLER

Bir gün gelir, sürekli söylediğin ve içinden de tekrar ettiğin şeylerin bir anda hayata geçtiğini görmek istersin. Bu aklından geçenler sadece o güzel insanların daha da güzel gözükmesini sağlamak, üstü kapalı kalan ayrıntılara gün ışığını tutmak bir az olsun daha da iyi hissettirmek hevesinden ileri gelir. Onların mutluluğu çoktan senin mutluluğun olmuştur. Tıpkı diğer iyi şeyler gibi...

YENİLİK.

Bunu yapsak, şunu yapsak da yenilensek. Çünkü , yenilik berekettir, canlılık getirir hareket getirir, gülümsetir. Oturduğu koltuğun yerini değiştirmeli insan arada bir. Sırtını güneşe dönmüşse küslüğü aradan kaldırmalı, güneşe bakmalıdır, serinliği içinde hissetmelidir. Işıl ışıl olmalıdır...

Öyle yaptık biz de. Işığı engelleyen toz zerreciklerini üfledik önce. Kıyıda köşede kalan tohumlara yol verdik, şimdi hızla toprağın yüzeye yakın kısmına doğru hareket halindeler. Öyle hissediyoruz, bilmiyoruz. Kavanozlarımızın yerini değiştirdik, renkli şeker hamurlarına '' siz de şöyle bir dönün cama doğru, bakın dışarıdaki enerjiye'' dedik. Enerjiye baktıkça o da kendini esirgemedi bizden daha ilk günden giriverdi kapıdan içeri. Öyle oldu böyle oldu derken...içeri birileri girdi '' ne güzel bir yer burası'' dedi. Bir küçük çocuk girdi hevesle yaptıklarımıza baktı. Başka biri daha geldi, ''bunlar yeni mi?'' dedi...

YENİ...ESKİ AMA, İNANIN YEPYENİ.

Öyle iyi geldi ki. Işık eteğimize paçamıza yapıştı bizi kovalıyor sanki...

Hep böyle sürmeli.

Küçük Kurabiye Dükkanı yenilendi :)

18 Eylül 2009 Cuma

Bayramdır bana bazı bazı...

''Eski bayramlar ah o eski bayramlar'' demeyeceğim çok yorucu oluyor çünkü... Gereksiz çırpınışlar içine giriyoruz, anımızı da tüketiyoruz çünkü.''Ah nerde o eskiler'' dedirtecek bir bayram geçmişi yığınımız da yok sanırım öyle büyük çaplı, ah ettirecek kadar. Nitekim isteyen canı istedikten sonra kıyısından köşesinden, bayram veya değil, yakalıyor iyi güzel huzurlu neşeli paylaşımcı anları. İstedikten sonra -bayram veyahut değil- şeker de, çikolata da ikram ediyorsun arkadaşına, yakınına sevdiğin birilerine. Ya da bayramı bahane etmeyip sırf görmek istediğin için onları ziyaret de ediyorsun. Belki bu şekilde bayram rehavetinden bile sıyrılıp daha kıymetli oluyorsun, oluyor. Hoş geldin beş gittin değil de, gerçekten ''ne iyi ettin de geldin'' diyordur içinden o güzel insan, ya da yüzüne gülümseye gülümseye, sindirerek seninle birlikte geçirdiği zamanı...

Kolonya kokusu yoktur, kalabalıklar içinde kim, nerde, ne zaman, kiminle kaygısı yoktur, ''ah onlar da mı ordaymış'' rahatsızlığı da yoktur gittiğin yerlerde, belki bu şekilde herşey daha da yolundadır. Mecbur kaldığın için değil içinden geldiği için yapmışsındır gerçekten. Ama bir de bunu nesil farkından mütevellit seni ısrarla bayramda görmek isteyenlere anlat...yorucu olsun hayat o zamanlarda. Eskiden bıcı bıcı giydirilip oraya buraya sürüklenen sen şimdi elini ayağını istediğin yere istediğin ölçüde uzatabiliyorsun nasılsa. Yaş haddinden uzattırmaya bile başlayabilirsin hatta. Hoş belki o sürüklemelerle çok şey kazanmışsındır, hatta belki de şu anki hal-i ruhiyetinde de izleri mevcuttur. Bilinmez...

Sıradan bi günde işte, yolda giderken, elinde çikolata pakediyle bir bayan geçti yanımdan bugün. O esnada, eski tanıdık bir koku geldi burnuma. Serin bir rüzgar yüzüme dokunup geçince, o andan oldukça mutlu oldum ben. Bayram bunu hissettirecekse gelsin dedim o an. Herkes güzel gözüktü işte o an. En çirkin kalpli insanları tanımıyor olsam bile hiç birşey için suçlayamazdım o halimle...Herkes kendi halinde.

Bugün bayram veyahut değil. Bu gün adına bayram demek istiyorsanız bayram olsun. İstemiyorsanız da keyfiniz bilir.

Hayat benimse bayramlarıma da biraz ben karar vereyim :) yarın olmazsa ondan sonraki gün olsun, mutlu olsun kutlu olsun yeterki... yoksa ben deli miyim ne?

13 Eylül 2009 Pazar

Kamera alalı çok oluyor ancak film setinde kararsızlık hakim

Zincirleme rastlantılar düşüncede de zincirleme haline getirilmezse bu işin kolaylıkla üstesinden gelinir.

Rastlantıya rastlantı deyip geçmek içinden gelmiyorsa, illaki hayatı film şeridine çevirip seyrine doyulmaz hale getirmek istiyorsan seni tutan yok tabi. Yönetmen sen isen eğer, işler daha da kolaylaşır senin için. Senarist olmadığının ciddi anlamda farkında olman gerek ama. Sürprizlere hazırlıklı olman da gerek... işler yolunda gitmezse film setinde sakın topu yardımcı yönetmene atmaya kalkma hemen. Ya da suçu oyunculara atıp aynı sahneyi tekrar tekrar oynamalarını bekleme onlardan.

İşte şimdi tesadüfi bir film yine...motor!

Set ekibi yola çıktı şimdi. Sanırım sıradaki film deniz kenarında bir yerlerde çekilmek üzereymiş duyum aldım. Olur da yolum düşerse seyrine doyulmaz olsun istiyorum. Ancak yönetmenliğe terfi etmek için bir kaç günü doldurmam gerekli!

8 Eylül 2009 Salı

zaman zaman, ah ''o zaman''

Anlatırken biri diğerine ''o kadar oldu mu diyor'', geçen seneydi, yok yok ondan önce, 3 yıl oldu mu...Bilmem kim daha ilk okuldaydı...

öyleydi böyleydi, onun zamanı seninkinden hızlıydı, eksikti, fazlaydı. Derken bitmiş gitmiş olduğunu farkedersin. Konuşurken harcadığın o bolca zaman bir süre sonra diğer gruba dahil olur ''hani bahsederdik ya'' kalıplarına sığdırılır. Aslında bunda garip olan hiç birşey yoktur, zaman eskisi gibidir. Senden önce olduğu gibi senden sonra da olacağı gibi. O an olduğu gibi. Zamandır neticede... elle tutulmaz ama belki gözle görülür. Aklın bir köşesinde saklanır istenirse hatta. Geçsin bitsindir, çünkü o an o andayken güzeldir.Şimdi deseler ki ilkokula dön, mavi önlük giy,beyaz yakaların olsun. Beyaz yakalarla ruhum boğulur çünkü ruhum beyaz yakalı dönemden geçeli epey olmuştur. Dönmem dönemem! o zaten sıkıcı bir örnektir belki. Peki şu an hayatında olmayan, zamanın sonsuz elemelerine maruz kalmış birileriyle tekrar karşılaşsan mutlu olmaz mısın? şimdi mutlu olurum sadece. Geriye alınıp baktığımda o andaki gibi normal ritminde karşılar beni herşey eminim. Şimdi hissedeceklerimi hissedemem o insanlara. Özlemim yoktur bu derece. Sadece o andaki gibi seviyorumdur, iyi ki varlardır.

Görülecekler vardır daha, yapılacaklar, konuşulacaklar. İyidir, kötüdür, kararsızlıktır, kayıptır, kazançtır. Bilinmez. Belki o değerlendirmeye bile tabi tutulamayacaktır gelen zaman. Ama yaşanılacak veya içinden geçilecektir. Yoldan geçerken birileri belki de kenarda durup yalnızca seyredilecektir. Hissedilecektir ya da. Gariptir, çünkü zamandır kararı verecek olan. Karara yön verecek olan biraz biz, biraz da...

Zamanı geldi ki sanırım, zamandan söz edesim geldi. Yoksa ben de güne başlarken ''ne çabuk geçiyorsun zaman'' demiyorum Ya da gece gözümü kaparken '' yine gün bitti''... Önceleri daha hor davranırken şimdi avucumun içine aldım arada aralayıp bakıyorum sımsıkı koruduğum zaman aralığına. İsyan ettiğimde de konfeti gibi başımdan aşağı savuruyorum saatleri. O benim, hoyrat davranmak da hakkım nitekim. Başkalarının ömründen azaltmadığım sürece...

Zaman seni seviyorum. Şimdilik tüm yollar akıcı, bilmem ne vakit takılırız trafik sıkışıklığına da yan yolları ararız, yıllar önce arşınladığımız yolları hatırlarız da oraya doğru koşarız.

Şimdi, yürüyelim mi biraz?

6 Eylül 2009 Pazar

-Gördüm notları-

''Nasıl geçti, neler gördün?'' soruları konuşma balonlarında kısa cevaplarla karşılandı ben tarafından sanırım. ''güzeldi...'' diyerek ayrıntsız geçtim çoğu zaman. Zamanı da geçmek üzere üstelik, gördüklerim hafızamdaki depoda arka plana koşmaya başladılar. Zamana yenilmeden anlatmam gerek artık...

Aşamaları var bu işin aslında. Gitmek için hazırlanmak sonra ertelemek zorunda kalıp birden '' acele et gitme zamanın geldi'' devrine geçmek nefes nefese. Bavuluma ne koyacağım diyememek süre kısalığından, önce sadece gidiyor olmaya, görmek istediklerine yapmak istediklerine odaklanmak. Beni süsleyecek değil beni yaşatacak şeylere kafa yormak, sonra farkında olmadan aynaya bakarken şimdilerde içerden süslendiğini hissediyor olmak. Aşamalar gitmeye hazırlayamadı derinden, aşama ''o an ordasın'' da kaldı. O an ne görüyordum ben...

Köprüler mutlu etti sanırım en çok beni. Ezelden bir tren- köprü sevdam vardır. Trenler eskisi gibi asil değil sanırım artık yeni haliyle ama verimli. Köprüler eskisi gibi bağlıyor bi yerleri bir yerlere, birilerini birilerine...

Eifel diyip dururlardı yıllardır. Düşler şehri diyip şişirirlerdi Paris' i. Hakları var, şişirilesi ayrıntıları çok, ama öyle ''gözüm kapalı yaşarım ben bu şehirde, düşlerden de düş beğen'' denilesi bir yer değil. Bilmem yanımda sevdiğim insanlar da olsaydı düş kurmak daha kolay olurdu belki hatta düş kurmak kendiliğinden gelişirdi adına yaraşır bi şekilde. Köprüler nehirler, ama her halukarda kalabalıklar. Herşeyi görmek isteyen turistler. Şaşırdıkça şaşıranlar...içindeyken dışarıdan görmek gibi değil hiç birşey özetle.

Cam piramite giderken keman çalan amcayı gördüğüme sevindim. İyi ki o gün ordaydı. Sonra ne biliyim ben, beni ilk havaalanından şehre ulaştıran sıra dışı valon şapkalı bayan şöförden çok etkilendim, tabuları yıkıp yerine yenilerini koyma potansiyelindeydi tavırları. Özlediğim çok yok, gördüğüme sevindiklerim oldukça fazla. Kamp arkadaşlarımı tanıdığıma çok sevindim mesela. Dünya küçüldü cebimde hissettim onlarlayken...Çift tarafı ağaçlarla süslü, sağı solu yeşile varan güzel yollarda, onlarla hayatın özgür alanlarına hızlı geçişler yaşamış olmayı sevdim...

Bir de göremediklerim var bu kadar şey gördükten sonra. Herşeyin bir sebebi vardır nitekim... Ya zamanı değildir ya da görülmemesi gerekir...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Uzun uzun aralıklar satırlar telaşlanırlar !!!

Gitmek istiyorum, gitmeliyim, gitsem ne güzel olur, gidebilir miyim, gitsem...

Gitmek gitmek gitmek...sonra vakti gelip ''Gidebilmek''. Gitmişken tam da oradayken, bir zaman sonra dönüşü beklemek. Gitmek için çırpınırken, ardından bir an önce dönmeyi istemek, beklemek. Ve sonunda geri dönmek. Giderken baktığın pencerelerde biraz tedirgin biraz mutlu bir yüz yakalarken, dönüşte rahatladığını haber salan, huzurlu bir mutluluk ifadesi yansıyan. Kendine sorular sorduran cevaplarını yine kendine çabucak bulduran kısa bir uzaklık.


Ve özlenilenleri uzaktan da iyi seçebilmek artık. Özlenilen herşey yakındayken de sorgusuz sevilen bir yığın ayrıntı. İnsanlar, zaman dilimleri, sesler, resimler, tatlar, kokular, ifadeler... şerit şerit kendini uzakta hatırlatan herşey dönüşte de aynı ritmini koruyor neyse ki. Öyle uzun uzun bir uzaklık olmadığından şanslıydım. Ama uzaklık uzun veya kısa bir süreliğine tamamen ayrılmak sahip olduğun herşeyden.


Satırlar telaşlandı uzakta. Çünkü bu satırlara uzak kaldım. Defter biter yazıp çizerken oralarda. Bitti nitekim. Ama burda kalan sayfalar da o kadar çok şey birikmiş ki hangisinden başlayacağını bilemedi bu bünye.


Oralar güzeldi. Oralarda aklımın köşesi hep burası için çalışıyordu çünkü. Neyse ki güzel insanlar da beni yalnız bırakmadı, aklımın bir köşesine parantezler açmayı ihmal etmediler. Parantezler mutluluk ifadeleriyle dolu. Seslerle dolu. ''Özledik seni''. Bunu duymak o kadar tarif edilmez bir güzellik ki...


Ben de sizi...''Özlemiştim'' ama artık neyseki özlem kapı dışarı edildi, mutluluk baş köşede yerini aldı şimdi. Geldim, bu kadarı kafi...


24 Temmuz 2009 Cuma

25 i seviyorummmmmmmm!

Yaş olarak daha bu mertebeye erişemedim, ama çok az kaldı gönül rahatlığıyla atıp tutabilirim! 24 iken 25 niye diye sorcak olanlara ''bu rakam benim için sabittir çünkü bu tarihte doğmakla yükümlüyüm'' derim. :) Bugün kanım ısındı yine sana: 2-5-25..toplamın da 7 ediyor zaten, biliyodum. Yaz çocuğu olmaktan dolayı mutluyum ama arada son baharla ilgili genel geçer şeyler de söylemiyor değilim elbet. netice itibariyle insanım...

Zıpladıkça zıplayayım ellerim bu sefer ciddi anlamda bulutlara dokunsun ama uçurtmalar , ''heyyyy siz de biraz geri durun canım !''


Sanırım işte bu sefer vakti geldi. Hayatımda başıma gelen en güzel şeyler yılı 2009 seni seviyorum. Seneyi kapatmadan büyük büyük konuşmak istiyorum. Israrla da seveceğim kimse beni yıldıramaz. Önce tarçın kokusu sonra Fransa haberini hayatıma getirip çöreklendirdiğin için sana çok teşekkür ederim. Aracılar malum onlara saygımız sonsuz işte bu noktada ulvi değerler için saygı sözcükleri, içten gelen seslerle sınırlı kalınca her zaman daha iyi hissettiriyor, orası da bende saklı kalsın.


Sizi seviyorum yeni yaşım -aşım -ağrısız başım ortağı güzel insanlaaaaaaaaarrrrrrr... iyi ki varsınız : )


ve güzel haber; bu sefer sanırım gerçekten gidiyorum !

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Ben bitişe bitiş demem, bitiş çizgisini görmedikten sonra

Sevinmem gereken. hatta sevinç çığlıkları atıp zıplamam gereken bir durumla karşı karşıyayım ama...

Büyük bir problem var ''sevinemiyorum''. Sanırım sevinç zerreciklerimi yoğun sıcağa maruz bırakarak buharlaştırdım. Ya da alışmam gereken bir değişiklik bu içinde bulunduğum, biraz zaman alacak sevinmem...

Normal şartlarda böyle olmaması gerekirdi o yüzden şaşkınım. Hani dilimde tüy bitmişti ; olsun bitsin gitsin diye söylemekten , yazmaktan sıkılmamıştım. ''Okuuuuulll bit git kurtulmak isityorum artık sendeeeen'' ağzıyla üstelik.

Huysuz çocuklar hani heves eder eder annesine babasına yalvarır istediği şeyi aldırmak için, ağlar uzun uzun feryat figan. İstediği önüne konulunca da ''cıkkk'' diyerek ''ıı ıhh'' diyip omuz kısarak uzaklaşır ya o şeyden, ipler kopar...hevesi kaçar hemen, yeni bir şeye bakmaya başlar henüz ıslak gözler. Yaşadığım şey buna benzeseydi sanırım şuan bi vitrin camına bakıyor olurdum heyecanlı gözlerle o ''yeni'' her neyse. Ama o değil yaptığım alınan oyuncağa bir bakıp kenardan onu uzun uzun seyretmek ama ağlama isteğiyle biraz da. Biraz kızgın çünkü çok uzun süre yalvardın sana alsınlar diye onu. Senden esirgemesinler hakketiğine inandığın şeyi bunca zaman sonra. Ama eline alıp bakmak, dokunmak gelmiyor içinden artık hevesin kaçtı senin...

Hevesini içinden aldılar söktüler savurdular gibi ruhunda. Herkes arkasında sakladığı sopayı bir kez vurup o hevese, abasının altında sakladığı sopayı göstermekten bıkmadı. Saatlerini ayarlamışlar, günlerini sözlemişler, durumlarını ezberlemişler gibi ağır aksak cümleleriyle....


BİTTİ...BİTTİİİ...BİTTİİ..EDAAA BİTTİİ...BAKALIM NE ZAMAN İNECEK İÇİNE SERİNLİK(?)

28 Haziran 2009 Pazar

Fiyonklu alacalı hediyelerim

Turuncu bulutlar var siyah tülün ardında...Kavanoz kavanoz mutluluklar. Sağ yanında, arkana dönüp baktığında, solundan gelen, önün sıra uzanan sihirli enerji. Seni sarıp sarmalayan. Ayağına takılan çiçek demetleri ya da ayağını taktığın. Dokunduğun bu dünyadan değilmiş gibi kimi zaman. Duyduğun, gördüğün tesadüfün en güzeli...Günün dolu, günün yorgun ama günlerin mutlu. Ne yapmalı sorusu asılı tavandan sarkan çiçeklerin ucunda.Ne yapmalı -ne yapmalı (?)şarkısını tuturuyor kulağımın yakınlarında biri.



Herşeyin bir sebebi var kesinlikle diyorlar. Beklemekten yorulunca beklendiğini unutanlar gibiyim. Kusura bakmayın enerji açığım deniz tarafından farkedildi, dalgalar yola çıktı; kıyıya vuracak ya da açıklardan deniz fenerini gözleyeceğim. Beklemeden!


22 Haziran 2009 Pazartesi

Nicedir beklenen anlardan BİRi

...Güzel sanatlar fakültesi Acıbadem' deymiş bizim okulun, Haydarpaşa kampüsü olsaymış , bina olarak güzel enazından tarihi...Göztepe burası, hımm... enazından okulun yeri güzel, yeşilliği bol :) ...''2009 a kadar sürecek bir dönem bu iyi ihtimalle...2009 ne kadar uzak bir tarih o zamana kadar daha çok aşama, çok sınav , çok işkence var önümüzde, hem okul kazanmak felan sevindim bitti, şimdi daha önemli hayata dair işler var'' ...

Ve 2009 gelir, Haziran ayına tekabül eder sevinç çığlıkları. Sonrasında göreceklerin ne kadar iyi ne kadar kötü umrunda bile değildir, kepi fırlatıp atarken, arkadaşlarınla ortak sevinç çığlıklarını göğe yükseltirken. Kendinden bile beklemediğin yoğun bir çoşkuyla ayaklarını yerden kesersin üst üste kimbilir kaç kez...Yanındaki arkadaşının gözlerinin içinde görürsün kendi hislerini. Çok garip duygular oldukça hazırlıksız yakalar, adımlarının hızını ayarlayamazsın, koşmak istersin sonra durmak birden bire. Üstünden uzunca bir zaman geçip, sonra gülmekten karnına kramplar gireceği karelere gülümsersin kare kare kafalarla. Kare kafalar cübbeleri lacivertten insanlar :)

Koşun koşun toplu fotoğraf çekiliyorrrr! an gelir 5 yıl boyunca senden selamını esirgeyen sınıftaki kişilerden biri işte, senin omzunda tutmuş çekiyor hadi fotoğrafa diye :) ''İçten içe seviyormuşuz sanırım biririmizi'' diye teselli edersin kendini. 5 yıl boyunca gördüğün yol arkadaşların da kare kafa o gün. İsmini bilmezsin ama gelişimini takip ettiğin insanlardır kendileri.

İyi anımsarsın ama bir çoğunu. Gülümsetir hatta nice cin fikirler. Bakalım hangi kare kafa hangi holdingin duvarına toslayacak hırslarıyla. Bakalım kare kafasının üzerinde kimler gazete kağıdı serip kuru ekmeğe talim edecek? bakalım hangi kare kafalar diğer karelerle birleşip büyük platformlar kuracak hayatın içinde...kare kafasını kimler tv ekranına benzetecek günden güne.

Toplu fotoğraf çektirelim hadiii! ne güzel konuşma baloncukları koymak da serbest bakarken :)


Kendime albüm hediye ettim bu sebeple -Oİ VA VOİ- travelling the face of the globe.

Dinlemeyi seven varsa başka '' hadii! toplu fotoğraf çektirelim ''

20 Mayıs 2009 Çarşamba

sepet sepet umutla sakın beni unutma :)

Çift tarafı denizlerle kaplı hayal alemi...

Dilek gemileri son sürat yol alırken boğazın serin sularında, oyuncaklar telaş içinde. Açlık tokluk derdine düşenler, oyuncak kalelerden denize düşürenler, balıklara yem olanlar, incili istiridyeleri eteklerinde toplayanlar. Piknik sepetlerini eline alıp yola çıkma hazırlığında olanlar; gölgesinde oturup soluklanacak ağaç bulamayanlar. En büyük ağacı bulup dalına salıncak kuranlar; tepelerde özgürce kanat açanlar...


Tren bir sonraki istasyona doğru çufff çufff giderken vagondakilerle en ufak göz teması kurmamak için elindeki kitabı okuyormuş gibi yapan, saatlerce satır aralarındaki hayallerde takılarak sayfayı aniden çevirenler; sonraki sayfada bir çizikten bin satır yazanlar.


Köprü bir o yana bir bu yana kıvrılırken aşağıdaki uçuruma dudak büküp soluğu karşı kıyıda alanlar, yalpalayan köprüde önündekine imrenerek soluğunu tutup vadideki renklerin tadında doyamayan, ayağı kayıp uçuruma yuvarlananlar...


Uzun zamandır bulamadığı aynasıyla tesadüfen burun buruna gelip kendini görmekten korkup çekmeceye geri koyanlar....


Şarkı benim şarkım diyip, yanındaki için aynı melodinin ne ifade ettiğinden habersiz olanlar. Benim şarkım dediği şarkının ondan habersiz yazıldığını unutanlar...


Sepette telaş!

9 Mayıs 2009 Cumartesi

-mişli günler çöreği

Yanılmamışım...

Hayat bazı insanları hayatınızdan eksiltirken bazılarını da hayatınıza dahil ederek dengeyi korumanızı sağlıyorMUŞ. Ya da ben şanslı olan gruba dahilMİŞİM....

Bu gün anneler günüyMÜŞ ve ben anne gülümsemesini hissettiğim başka bir anneye sarılıyorumMUŞUM...Onun için pasta yapıyorumMUŞUM, gülümsemesini görünce mutlu oluyor, gözleri dolunca ne hissettiğini hissediyorMUŞUM...

Ama bir yerlerden çok daha tanıdık biri tarafından izlendiğini, anlaşıldığını bilmek ve gülümsemek iyi hissettiriyor-MUŞ-


mişli günler çörekleri fırından yeni çıkmış, neyseki gerçekten mutluluk veren tatları varmış :)hepsi gerçekmiş...

3 Mayıs 2009 Pazar

BAHAR KAYGISI- mıknatıs sendromu

Dünya küçüklüğüyle beni yine şaşırtıyor şu günlerde...oyuncak sepeti olduğunu defalarca kendi kendime onaylamış oluyorum ve bu bende garip bir his uyandırıyor. Yoksa mesai saatleri dışında mıknatıslık mı oynamaya başladık. Rakiplerim var mı? nerdeler?demir bilyeleri yutanlar kimler ? isimleri bildiklerimle sınırlı mı yoksa yeni isimler de bir yerlerden üzerime hızla yuvarlanıyor mudur?



-MIKNATISLAR - ARTILAR- EKSİLER- ZIT KUTUPLAR-



7 Nisan 2009 Salı

Aşk Mikrobu MUTLULUK bulaştırır!

Ben bir mikropla tanıştım...Daha doğrusu tanışalı epey uzun bir zaman oldu ama artık sizi de tanıştırmak istedim.

Deseler ki gökten düşmüş gibi hayatınıza giren biri var mıdır sizin için?

- pek tabi, olmaz mı hiç! derim.

Bu isim masallar arası hizmet veren, benim için hayata rengarenk iplikler sarmalamış insanlar arasında eminim ilk sıralarda yer alan Banu Taylan olur.


Aşk mikropları üretip evrenin dört bir yanına salan, sevdiklerine kendi elleriyle yaptığı kuyruklu yıldızları hediye eden kıvırcık saçlar, renkli düşler, hareketli saatler, masal tozları vs...

Kapıdan içeri girer ve '' benim için bu mikropları kurabiye olarak üretebilir misiniz ?...yiyenler aşık olsun'' der.

Ve bir virüs hikayesi benim için başlar...

''Mutlu olduğu yerde herkes güzeldir!'' sloganını benim için oldukça yerinde kullanarak, mutfağa bir hayli yakınken, kırmızı önlüğü takmışken, anlaşmaya varılır; kısa bir süre sonra da mikroplar kurabiye formuna kavuşur.

Yaşasın mikroplar! yiyiniz mikrobu bulaştırınız inşallah...

Bakmak istersiniz diye :

www.banutaylan.com

27 Mart 2009 Cuma

~ Küçük Ev ~

Dört odalı bir iş kurmalıyım!Dört odası da farklı ama ortak kapıyla dış dünyaya bağlı. Birinin penceresinden çiçek bahçesi, birinden yemyeşil orman, birinden taş köprüler, bir diğerinden de göl manzarası karşılasın beni.

''Hayatın gerçekleri'' diyeceğim sulu sepken üstüme yağan bir diğer gerçeklikler yığını şemsiyemi açmama fırsat vermeden sağnak halinde başımdan aşağı inecek diye endişeleniyorum zaman zaman. Toprak saksı deviriliyor...Sonra camdan bakarken ardı sıra düşüncemin bahçeden ağır adımlarla geçmekte olan kedi patisini cama vuruyor '' hadi be sen de!'' içerikli bir mesaj verdiğine inanıp gülümsüyorum tekrar. İşin aslı çok fazla sebep varken gülümsemek için, işime geliyor böyle davranmak hayata.

Nicedir samimiyetizliğinden şikayet ettiğim insanoğluna taş çıkartacak, küçük bir güruh üzerime geliyor çünkü tarih itibariyle. Üzerime gelmekten öte, yanıbaşımda duruyor her biri. bakmadan gören, anlatmadan duyan, aynı şeyi hissettiği için gülümseyen...ev huzuru, delisi, akıllısı, suskunu, gevezesi... anne gülümsemesi bir adım arkana baktığında; anlatsam anlatılmaz yaşanılası mutluluklar :) Biraz uzakta kalan eksikler için sabretmekten başka bir çare de yok nasılsa...

9 Mart 2009 Pazartesi

Mavi odalı kararsızlık Blokları

Sabahın körü de olsa, sen düştüğün yolu görebiliyorsan problem yok denilir.Nostaljik kırmızı tramvay şu günlerde pek de nostaljik olmayan, daha çok bireysel anlamda modernizm köleliğine taşımacılık yapan bir araç görünümündedir. Neyse ki haftanın başı günlerden pazartesi olması gelecek haftaya giden saatleri yavaşlatır. Sonraki hafta hep önceden düşünülmemelidir işi yokuşa sürmemek için, farkedilir.

Okulun kapıları yüksek parmaklıklı, bahçesi uzun bir yolu bloklara bağlayan, ötesinde ise deniz manzarasını kucaklayan ama nedense mevsime dair bir soğukluk taşıyan görünümdedir. Üstelik daha da yorucu olanı; huzur vediğine inanılan mavi rengin böyle alanlarda kullanılmasıyla aldığı can sıkıcı havanın kapıdan girer girmez insanın üzerine çöreklenmesidir. Durup silkelenilir öğretmen silüeti, kendini omuzları dik bir şekilde yorucu duvarlar ardına ısrarla sürükler...

Koridorlar geçilir, merdivenler aşılır, kapılar zorlanır... Ya saatte bir problem vardır, ya okulda, ya binada, ya da bahsi geçen silüette. Korkutucu bir klasik müziğin hakim olduğu sözüm ona ders zili kendini hissettirir, gerilim filmlerinde dekorun parçası olan, yanıp sönen cızırtılı floresan lambaların oldukça benzer versiyonları göze takılır, kapısında fransızca sınıfı yazan kapının ardı oldukça boş, koridorlar da bir hayli loş bir havayla çılgınca ''GÜNAYDIIIIINNNN!!!'' der.

İrkilen çaylak silüet ''bari denizi göreyim'' umuduyla cama doğru adımlarını sıklaştırır, kendiyle burun buruna gelir bu kez de camdaki yansımasıyla. Deniz gridir, çünkü mavi olacak enerjiyi güneşte bulamamıştır o sabah.

Güneşi ceplerinde arayan umutlu genç kız vaktin geçtiğini haber veren saat dilimlerinden başka bir şeyle karşılaşamaz.

Ne istediğimi biliyorum! diye kendini telkin ederken geleceğe dair, beyaz saçlı prens koridorun başından gülümser...

Hadi tören alanına...

Evladım...oğlum...kızım...kime söylüyorum...!

Sene 1999 lise yılları ve arkasından derin bir nefes...!


3 Mart 2009 Salı

yukarıdan aşağı / soldan sağa

Arkadaşlarla yapılan yuvarlak masa toplantıları... :)

Gelecek yıl artık öğrenci olarak tanımlanmayacağının farkına varmış tedirgin yüzler var biraz. Bu yüzlerin yarısı da iş hayatına adım atmak için delice an kollamakta, öğrenci olmak uzun vadede artık can sıkıcı olmaya başlamış. Sabırsızlık var kimimizin üzerinde. Kimimiz balon balon hayalperestlik çukuruna çoktan düşmüşüz. Yüksek dağların hemen ardında kırmızı halılar, ışıltılı çalışma arkadaşları, parlak bir kariyer bulma umudunda değil, eminliğindeyiz. Kimimiz ne istediğini bilmiyor.
''Ben ne olabilirim bilmiyorum ki ?'' diyor kendi kendine. ''Ne yaptım kendim için geçen bunca zaman? Beni tanımlamak için yeterince çaba sarfetmedim sanırım konuşurken anladım'' ... Düşünceler dillendiriliyor, biri bitiyor biri başlıyor. Hepimizin öz inancı; oturduğumuz odanın duvarlarının bir hayli yüksek ve birbirine yakın olduğu. Ama neredeyse hiç birimiz pencereleri ya da kapıları aklımızın bir köşesine sığdıramıyor gibiyiz. O kapılar ve pencereler dışarından gelecek müdahalelere açık sanırım sadece. Bize öğretilen yanlış bir şeyler var. Çatıdan odanın ortasına bir ip atılsın, ya kendimi asıyım ya da o ipe tutunup çatıya çıkayım diyoruz. Ya çok iyi ya çok kötüyü düşünüyoruz. Oratalama bir yerden başlamak kimsenin işine gelmiyor sanki .

ve kahveden bir yudum alınıyor...

Kendimize uzaktan bakıyorum. Yorulmak için daha çok erken, canlanması gereken yüzler var karşımda. Seyyar bir ayna var sanki hayatımda böyle zamanlarda kendimize bakmak için olur olmadık yerlerden kendini gösteriyor. Beni bana baktırıyor...

Zamansız gelen sürprizler de var yok değil :) felaket dememem ondandır.

Kahveler bitmiş , telve telve yorumlar kendini gösteriyor bu kez de...

22 Şubat 2009 Pazar

Bu bir bant kaydı mı?

Belli bir zaman dilimine sıkıştırılmış bana ait bir demo mu bu çalan ve ben kısa film tadında ama oldukça uzun bir filmin başrolünde miyim?
( Kendi hayatımın başrolü)


Yine oyuncak sepeti...

Bu kez kalp şeklinde kurabiyeler çıkıyor fırından, ve ben fotoğraf çekiyorum sürekli. Acemiyim bu işte ama oldukça renkli kareler çıkıyor.

Sonbahar yapraklarını geride bıraktığım için mi nedir, son baharın hüzünlü havasından ne zaman biri bahsedecek olsa ya da nerde hüzünlü sonbahar dizeleri görsem, koşar adım uzaklaşma kaygısına düştü ruhum. Acı demesin kimse, acı çekiyorum demesin istiyorum sanki, yoruldum demesin, ağlıyorum , bitkinim, suskunum, hayat beni yoruyor demesin. ( ki oldukça hayata dair şeylerken bunlar)


Koşar adım yeni insanlara sarılıyorum. Yenileniyorum gibi hissediyorum. Eskiye dair her ne alırsam elime, elimde bir yığın toz kalıyormuş gibi hissediyorum.
Tek nedeni umut, çok iyi biliyorum. Eskiden oldukça sinir bozucu, yıpratıcı olarak nitelendirdiğim insanlara/ durumlara dair anlayışlı olma halim sıklaştı. Olduğu gibi kabul etmek oldukça işe yarıyor. Sinir bozucu olsalar bile görmezden geliyorum inatla. Pembe gözlük işini abartıp olabildiğince hoşgörülü, sanki cebinden heran bir adet çiçek çıkarıp karşımdakine uzatıcakmışım gibi gülümsüyorum. Gözlüklerimin çerçevesi pembe olmakla yetmiyor kelebekler, kuşlar konuyor camlarının kenarlarına sanki.

İleride diyorum, bak işte orda!

Biliyorum ki tek nedeni bu.

5 Şubat 2009 Perşembe

Zamanı geçen -öğrencilik-

Öğrencilik için bir yaş sınırı varsa eğer, emin oldum ki bu yaş 22 sularını gösteriyor insan hayatında. Ya da tamamen bulunduğun okul sınırlarının senin tahamül sınırların ile denk düşmesi ile alakalı bu ruh hali. Ondan daha kötüsü ben 22 yi geçeli oldu biraz. Biraz eksik, iki fazla derken neticede rakamlarla da doğru orantılı değil ki insanın değer yargıları, olgunluk hali, tahamül derecesi. Nitekim şimdi kaç sularında benim yaşım; ucu açık bir durum olmalı pat diye söyleyemiyorsam.

Yani aslında ben geçen yıl çoktan diplomamı alıp kapıdan ardıma bakmadan çıkmalıymışım efendim. Devir sıkıcı hocalar, insanın üstüne üstüne gelen okul duvarları devri. Kışın kapalı ortamları aydınlatmak için yakılan gündüz lambalarından ibaret koridorlar. Yaza da bi ihtimal fare deliğinden ışık süzmesi halleri okulumun koridorlarında.

Desem ki bitti gitti çok da az kaldı az daha dayan. Ben derim demesine de içimdekini inandıramadıktan sonra her gün için bir çizik atma eğilimi vuku bulur :) Teskere ne melem bir şeymiş meğer.

Desem ki okul bitsin hemen istediğin bölüme at kendini. Aşağıya bir baktım ki hedefi tutturmam için sanırım altmış ayaklı, altmış kollu, takriben 30 başlı bir insan olmalıyım, enim geniş boyum da Gülüver 'e taş çıkaracak cinsten olmalı. Ya da hedefi ben fazla büyük tuttum belki göz süzmek yeterli kendisine.

Devir sabır devri!

Ne diyordum seneye bu zamanlarda ben...

not:Bu yazımı madame Simone' ye ithaf ettim. Hani olurya; blog okuyucusudur, maillerine cevap vermez nicedir ama belki blog okumaktan fırsat bulamıyordur. Hislerimi anlasın. Şimdi bir de güvercin ayağına haber kağıdını bağlayayım, sonra belki dumana da sıra gelir. Yok daha güzel bir fikrim var sanırım; tarihler 6 Şubatı gösterirken Chucky için yeni bir bölüm çekmek isteyen var mı. Kaçıncısında kalmıştık ?

27 Ocak 2009 Salı

travmatik travis etkileri

Farkedeniniz var mı?

Her yer yemyeşil çimlerle kaplı bahçemizde.


Neticede dünya bahçesi; dünya kadar büyük bahçe!
....

Kırmızı bir hırka var üzerimde, ayaklarım telaşlı girdim bahçeye. Bağdaş kurdum masmavi denize bakan yamaca doğru. İki kolumu bıraktım omzumdan aşağı, destek verdim avuç içlerim toprağa dokunurken bedenime. Kafamı taşımasın istedim boynum bir süreliğine, sorumsuz bedenimden. Öyle serin bir hava esiyor yamaçtan yukarı doğru. Yaz gelecek diye fısıltılar duydum bulutlardan. Bahar serini havayı içime çektim. Çimenlere dokundum sonra uzun uzun. Bir bebeğin saçlarına dokunur gibi... Kırmızı hırkamın önünü birleştirdim sonra sağlı sollu, çimlerden sürüklediğim kollarımla.

Yamaçtan yukarı biri uçurtma uçurdu. Uçurtma renkleriye telaşa kapıldım. Çıtalar koydum yüreğime. Uzun uzun seyrettim gün batımını. Gün batımı, yerden aldığım bir yaprakla portakal adını aldı sonra.

Gülümsedim...

16 Ocak 2009 Cuma

Her gün bir tablet çikolata !

Çikolata kazanına düşsem diyemem ki; ben boğuluyorum kurtarın beni.

Demek istemem, çünkü mutluluk sarhoşu olurum oracıkta.

Çikolata kazanına baharat eklemek isteyen ellere engel olmaktır tek kaygım şu zamanlarda.

Bir gün beyaz, bir gün fındıklı, bir öteki gün bitter...neticede çikolata parçalarından ibaret her bir gün(üm).

Şükürler olsun! Kazana düştüm.

dipnot: Kaşığın kontrolü bende değil.

10 Ocak 2009 Cumartesi

mutluluk sorgusu...

Nasılsın? sorusuna ''iyiyim, mutluyum'' diye cevap verince insanlara, yadırgadığım sorgulamalar duymaya başladım sanırım. Yadırgamaktan öte, insanlar hali ruhiyetimin üstünde durup düşünmeme sebep oluyor sürekli.

Neden mutluyum ben? Çok mu mutluyum az mı? Derecesi olmak zorunda mı? Genel mi geçer mi? Yarın olunca yitip gider mi?

bir yığın soru...

Türk filmi çok izlemedim ben küçükken. Küçükken değil sonrasında da belli sınırlarda kaldı Türk filmi seyircisi olma hali. Şener Şen 'in şen halini hatırlıyorum bir, Adile Naşitin gülme krizlerini ve Münir Özkul 'un turşu dükkanını, Vecihi'yi...Ki sanırım bunların hepsi aynı filmde geçmekte :) Üstelik adı da tesadüfe bakın ki Neşeli Günler. Acaba sadece neşeli günlerimden bir kısmı içinde bulunduğum için mi o anları hatırlıyorum bir filme dair.

Kötü günlerde hatırladığım bir Türk filmi yok sanırım, bu durumda emin olabilirim az sayıda Türk filmi izlediğime. Elbet bir yığın daha izledim ama hiç birine dair birşey hatırlamıyorum ki şu an.

Ama bu filmlerin bir kısmının bana kazandırdığı ince bir ayrıntı gelip çöreklenmiş hayatıma. İstesem de istemesem de bünyem üretiyor bu düşünceyi. Hep güzel giden şeylerin sonunda bir kötü anı mutlaka kalacak ya, şarttır olmazsa olmazdır. '' İyi enerji yolluyorum ben yok öyle bir şey '' desem de
an geliyor ,aklıma pelesenk olan söz demeti bu oluveriyor .

Neden? Çünkü etrafımdaki bir çok kişi mutlu olma haline ihtimal vermiyor. Hele ki hayat böyle çekilmez bir tablo çiziyorken, sen kendi fırçanla aralara güzel renkler de katamazmışsın gibi, yağmurlu günde sana hiç ''buyrun geçin'' diye yol veren araçla karşılmayacakmışsın gibi, her su birikintisinden bir fiske yiyecekmişsin gibi, top oynayan çocukarın esas oyun aracı hep senin kafana isabet edecekmiş gibi, sıranın sonunda hep sen olacakmışsın , tam sıra sana gelince sana'' bitti'' denmesi de klasikleşmiş gibi...Hep bir kara seneryo ustası çıkıveriyor kapı ardından, cam kenarından, yol dönemecinden.

Oysa var bir azınlık...'' mutlu musun, hey maşallah hep böyle gitsin inşallah'' nakaratları kullanan.

Oysa var bir kararsız kesim; ''mutlu musun, iyi, eee sonra? '' diyen.

bir de var bir kesim '' musun?, mısın?'' lı cümlelere hiç girmeyen...

Kötü seneryo yaratmak imkansız değil biliyorum. İyi ama, olasılık olarak kalsa sadece hayatımızda. Yüzdeleri büyültmek için elimizden geleni yapmasak.

Hem n'olur sanki çamur sıçratan o şöföre '' teşekkürler! bu desen çok şık durdu üzerimde, adresinizi verin karlı günlerde puantiye çalışmalarınızı da üzerimde görmek isterim'' desek de yolumuza devam etsek. ( ütopik atıyorum çünkü mutluyum )

not :Kara seneryoları griye dönenlere koca bir alkış :)







7 Ocak 2009 Çarşamba

bir günde öğretmen olmak

Kararsız mısın?
Bir süre düşünmen mi gerekiyor?
Heyecanlanman mı gerek önce?
Daha mezun olmadın mı?

Bu tür sorulara ne cevap verecek vaktim vardı, ne de cevaplarımı dinleyip beni dikkate alacak aklı başında tek bir kişi.

-Birinin Esin öğretmen yerine derse girmesi gerek (!)
-Kim girsin? hımmm, sen girer misin?

BEN :evet şanslı kişi benim sanırım:)

Arkama dönüp bakamadan I-C nin kapısından içeri girdik bir başka sert mizaçlı bayan hocayla. Ve '' öğretmen içeri girince n'apılır '' azarının ardından, ''o beslenmeni şimdi kaldır sırası mı?'' azarıyla durumu pekiştirip girişi yaptıktan sonra top bana atılır.

-Merhaba çocuklar bugün öğretmeniniz biraz hasta o yüzden bu ders sizinle dersi birlikte yapacağız. Benim ismim Eda.(içimden halime bakıp işaret parmağını üstüme doğrultarak gülen kaç sevimsiz surat geçti bir bilseniz, üstelik o suratların içinde benimki de vardı)

-peki öğreeetmeniiimmm...!

iç ses: ''öğretmenim'' diyorlar.

çocuk 1: öğretmenim siz Figen hocanın kardeşi misiniz?
çocuk 2: öğretmenim matematik sorularımızı yapalım mı birlikte?
çocuk3: tekerlemeler ödevimiz vardı onu da yapabiliriz.
çocuk 4: öğretmenim benim başım ağrıyor.
çocuk 5: tokam koptu öğretmenim yapabilir miyiz?
çocuk 6: biz tahtaya bir gülen yüz bir ağlayan yüz çiziyoruz ona göre uslu duranları ve yaramazlık yapanları yazıyoruz oraya. ( peki ya kararsız ifade yok mu)
çocuk 7: hep siz mi gireceksiniz bu derse?

....

Bunlar sordukları sorulardan ve önerilerinden sadece ilk aklıma gelenlerdi. Bir o kadar da saç bantını düzeltemediği için yardım isteyen, ya da '' oyun oynasak n'olur sanki, biz hep Fransızca yapıyoruz'' diyen, org çalma teşebbüsünde bulunan...

Eda öğretmen bir o konudan tuttu bir bu konudan. '' heyyyy! ilk dersim, yardım yahu! '' diye bağırmak istedim bir ara.

Baktım olmayacak Fransızca diyalog da yaptırdım, tekerleme de okuttum. Tekerlemelerde geçen sayıların Fransızcasını istedim. ( eldeki kaynaklardan suyunu çıkarana kadar Fransızca da denilebilir)

Bir ara çok konuştular oyun oynayarak susturma çabasına girdim. Gözlerim kapalı şimdi, arkamı döndüğümde herkes oturmuş olacak! (arkada yerine oturmak için telaşa giren öğrencilerin sesi, bendeki huzur )

Bir ara çocuk bilmem kaç '' o beni aşağıladı'' diye ağlamaya başlayınca, sanırım susmayacak dediysem de '' aaa belki sen yanlış anlamışsındır o öyle şeyler söylememiştir '' yalanı uçurdum, baktım herkes evet söyledi diyor, o zaman özür diler şimdi di mi ? ( aslında niye ağlatıyorsun kızı vay terbiyesiz demek de gerekiyor sanırım )

çocuk 8: öğretmenim bize hikaye okur musunuz?
çocuk 9: ben boyama yapmak istiyorum!
çocuk 10: su içebilir miyim öğretmenim ( iç canım dedim)

hiiiiiiiiihhhh...yasak amaaaaaaaa diyen bir grup çocukla karşılaştım.

-peki bu seferliğe mahsus iç, ben bilmiyordum yasakmış bak dedim.

Sonra öğretmenler odasına adım attım. ( bizim odamız evet)

-nasıldı? yoruldun mu?
-yorarlar mı? yooo...hareketliler biraz ama sevdim. ( sanırım yetmedi)
- iyi ben söyliyim bir dahaki hafta Antoine' ın sınıfına gir sen. Onlar Fransızca' yı da biliyorlar.
-aaa ne güzel ( evet güzel, zorla olan bir güzellik hem de), olur tabi.

....

Okul bahçesi top oynayan bir sürü çocuk, aralarından süzülen 3 öğretmen adayı , biri terfi etti ( diploma çok da gerekli değilmiş)

Ve arkamdan bağıran Öykü:

-au revoir öğretmeniiimmm! ( görüşmek üzere )

'' bu bir bant kaydı mı? '' ifadesiyle görüntüde biz tekrar, adımlar sıklaşır...


-SON-