30 Eylül 2008 Salı

bir kavanoz bayram.


Yolda giderken, tam boğaz köprüsünden geçerken üstelik, aklıma geldi...

Bir değil bin parça geldi aklıma. Ve hepsini kavanoza doldurup eve götürmeye karar verdim. Eve giderken dedim ki; hepsi kavanozda durmasın gittiğim yerlerde tanıdıklara bölüştüreyim biraz sonra bir kısmı da oyuncak sepetine düştü ardından, ses çıkarmadım. Olduğu gibi bıraktım.
Küçük olanı düşünmek için büyük halimle uzaklaştım. Aklıma kenarında işlemeler olan mendiller geldi, bayram harçlıkları geldi, büyükler, küçükler, kuzenler, uzaklar, şehirlerarası otobüs yolculukları bavulun üst kısmına konulan bayramlıklar, bayram sabahı duyulan anne sesi geldi...

Bugün bayram erken kalkın çocuklar. (!)

Neden erken diye sorgulardım. Çok geçerli cevaplar alamazdım ama aldığım cevaplardan bana uygun olanlarını seçerdim sanırım. Yeniler giyinilecek işte hevesli hevesli aldığınız. Ya da annenin diktiği giysiler olacak birlikte karar verdiğiniz.

Sonra yanımda oturan küçük adama baktım. Anlamaya çalıştığını farkettim herşeyi. Anlamıyor ama çok güzel anlatıyor dedim. İyi ki aramıza katılmış dedim küçük yeğenim için. Bizim yenimiz onun eskisi olacak bir gün gelip ve eminim o da içinde bulunduğu zamanlar için eski bayramlar yok diyecek. İşte bu yüzden var dedim. Eski bayramlar hala var. Biz değiştikçe onlarda değişiyor sanıyoruz belki. Hayat değişiyor bizim dışımızda yenileniyor hergeçen gün. Biz izin verdikçe bizi de değiştiriyor üstelik.

Ellerinden sıkıca tutup içeri çektim hayatı sonra...kendi düşünceme davet ettim, üstelik zorla. Arabada kalabalıklaştık birden kimse kendine yer bulamadı, müsait bir yerde bıraktık hepsini. Cam kenarından beylerbeyi sarayından başladım düşünmeye, mecidiyeköy Xerox'a gözüm takılmıştı ki bitti düşüncem. İşte dşüncene bile bulaşıyor yeni dedim kendi kendime. Başlangıç ve bitiş arasındaki uçurum, diğer bir deyişle aslında el yapımı bir köprü, senin aklından geçen yollardan tamamen bağımsız...

Bir de ondan dinleriz sonra bu hikayeyi belki. Bayramlar nasıldı, nasıl yaşıyoruz artık söyle bakalım küçük insan. (?)




26 Eylül 2008 Cuma

pide kuyrukları ve stratejik yaklaşımlar.



Sona doğru yaklaşırken aklımdan uzun süredir geçen bazı şeyleri zamanı geçmeden anlatmak istedim. ( Son derken dönem olarak )

Hiç içinizden gelmiş midir?Bir Ramazan gününde iftar yaklaşırken yolunuz pide kuyruğuna düşerse, sırada sabırsızca ve merakla beklerken sıradaki diğer insanlara ;

- hadi bu kadar düz olmayalım soru işareti şeklini oluşturalım bugün de! demek.

Benim aklıma geldiği gün sırayı bu şekilde bulmamla sonuçlandı. Çok içten isteme işini saklı tutuyordum oysa ki. Soru işareti değil ünlem de kurtarırdı. Fakat sanmıyorum ki birileri radikal kararlar alıp birbirine eşit uzaklıkta duran pide kuyruğu eşrafına aldırmayıp bütünlüğü bir noktada bozsun. En azından bunu böyle bir ortamda gerçekleştirmez herhalde. Öyle sanıyorum.

Stratejik yaklaşımlar bir yana, çok sevmişimdir ben o kuyrukları. Kestirmeden pide almak varken işi hep uzatmışımdır hatta. Gözlem yapmak çok eğlenceli olabiliyor. Aradan arkadaşının yanına muhabbet etme bahanesiyle gelen küçük çouk tam sıra ona gelince gözlemci tarafından enselenir felan bazen.

- Bir dahakine önümüze geçerken izin iste olur mu? çok ayıp böyle başkasının önüne izinsiz geçmek.

Sağ kulağına doğru gayet sakin bir edayla söylenir. Çocuk ürkütülmez ama senin orda olmandan pek de mutlu değildir. Aynı hatayı tekrarlayan kadar ılımlı yaklaşın derler, sabrı zorlasa da.Sol kulağını çekmeye ramak kaladır aslında o his.

O biter mahalle ortamına has muhabbetlere şahit olursun. Eskiler belli eder kendini, yeniler arada kendini yabancı hissetse de pidesini alacaktır elbet.

Gülümseyen insanlar vardır sonra yanından geçerken, seni her gün gördüğü için kendini yakın hissetmeye başlar. Konuşmadan da bir çok şey paylaşmanın verdiği hisle gülümsemekten hoşnut olursun.

Oluyor böyle şeyler...

23 Eylül 2008 Salı

eksik


Şimdi, şu günlerde, şu dakika eksik... Dostlardan biri uzaklarda. Meğerse gerçekten vücudun bir parçası oluyormuş hayatına giren güzel insanlar. Delice birşeyler yapası gelir insanın arada! senin sınırları az çok belli bir delliğin vardır diğer yanlarından birinin ise sınırları gayet zorlayan hatta yeri gelince aşan bir yanı. kendimi aşan yanımı istiyorum ben artık!

not: bir de ''pi'' etkisi: )

22 Eylül 2008 Pazartesi

tespit sepeti ( içi yumurta dolu sepet - okul çantası)

tespit 1: Öğrencilik; evet, uzadıkça can sıkan part-time meslekler grubuna dahil edilebilecek bir tanım. Aynı okulda devam ettikçe kısır döngüye düşüş sebebi olabiliyor.

tespit 2: Genç popülasyon ortalığı iyice ele geçirmeye başladığı zaman, sanki aynı dönemlerden geçmemiş gibi gizliden gizliye bir sinirlilik hali vuku buluyor bünyede.

tespit3 : Herşeyi zamansız yaşayanlar sinir bozucu oluyorlar. Farklılık yaratmak için ipin ucunu kaçırınca hayli absürd kalarak farklı olunuyor.

tespit4 : Selam verilirse dilde aşınma, yüzde ise gülümsemeden dolayı çatlaklar meydana çıkabiliyor. Hatta 'nasılsın?' diye sorulursa ses tellerinde yıpranma oluşabiliyor (!)

tespit 5 : makam dışarıdan kimileri için yaldızlı kule iken içeriden bakıldığında şefaf bir terazi gibi. Çeşitli değerleri ölçmek için kefeleri abadan yapmak bile fayda etmiyor.

tespit 6 : İhtimal vermediğin insanlar gün gelip seni çok şaşırtabiliyor.

tespit 7: ''İncelikler yüzünden'' adında bir şarkı yapmışsa birileri demek ki dünya hala yaşanılabilir bir yer.

tespit 8 : Tespit ettiklerini liste halinde sıralamak can sıkıcı olabiliyor.

tespit 9: çok sık tespit yapmamak gerek !

NOT: Sertap Erener ''incelikler yüzünden''

19 Eylül 2008 Cuma

ne çok şey söyledik....!


Yağmur yüklü bulutlar geldi...

Herkesin içinde birikmiş sözler ortaya çıktı, yazın nar çiçeği renkleri bir anda bulutların arkasına saklanıverdi. Günlerdir dilimizde yağmur. Hüzünü sevenler sandıklardan çıkardı eski şarkıları sanırım, neşeli olanlar biraz bu duruma bozuldu.

Tam yazacaklar birikmişti ki; başka güzel insanların yazdıkları beni anlatır oldu. Ama daha çok şey vardı yazılacak. Her yağmur damlasına bir isim versek belki daha kolay olurdu anlatılacaklar.

Mevsimin değişmesi bir süre sonra can sıkıcı olabilirken, kendini ilk hissettirmeye başladığı günler bayram havasında karşılandı. Özel olarak hazırlanılıp dışarı çıkıldı hatta. Sebep yokken sebep yaratıldı ıslak taşlı yollara basmak için. Altından geçilen ağaçların kokusu duyuldu, yapraklardan kristal su damlaları yüzüne düştü belki.

Kırmızı şemsiyem olsun istedim bi an. Önümden elinde kocaman kırmızı balonu olan mavi yağmurluklu küçük bir çocuk geçsin istedim...düşümde mutlu oldum.

Siyahı seçtim...yola düştüm. Hava kış kokuyordu. Gülümsedim yaza. Elini bıraktım ve vedalaştık sanırım. ufukta kayboldu nar çiçeği rengi...Kışın arada bir gelip gülümsüyor o zaman özlem gideriyoruz ne mutlu ki. Isıtmasa da...

Yağmurda hissedilen şeye tek bir isim koyması zor. Hem hüzün, hem de huzur. Hüzünü ardından sürüklersen huzur da kalmıyor. Yaşananlara fon müziği koymak sanırım acı çekmekten hoşlananlara yakışıyor! Farklı şehirler geçiyor bu şehirde aklından. Aklın almıyor...


18 Eylül 2008 Perşembe

Kadınlar - THE WOMEN


Bu blogda film konusunda yazılmış şeylere pek rastlamazsınız normalde. Kitap ve filmleri ayrı tutarım bir çok kez ama bu sefer bir filmden bahsetmek istedim. Gerçi filmden çok ne düşündüğüme odaklanmam olası...

Eva Mendes, Jada Pinkett Smith, Meg Ryan, Annette Bening, Carrie Fisher, Candice Bergen, Debi Mazar, Lynn Whitfield, Bette Midler, Debra Messing, Joanna Gleason, Ana Gasteyer, India Ennenga, Jana Robbins, Tilly Scott Pedersen, Gloria Crist, Andria Blackman, Cloris Leachman, Keegan Connor Tracy, Nicole Robinson, Natasha Alam gibi gibi bir çok isim vardı bu filmde. Ve ismini çok sık duymadıklarıma şans vermem değil Meg Ryan'ı sevimli insan kategorisine koyduğum için gitmeye razı oldum. (benden daha çok seven biriyle tabi:)

Dedim ki filmin adı çok iddalı ' kadınlar' ı anlatmak, bir kaç saate sığdırmak, çok kolay bir iş değil, acaba neresinden başladılar konunun?...dedim. ''erkekler'' olsaydı onun için de aynı şeyi düşünürdüm. Genel isimler bir filmden kuşku duymanızı sağlayabiliyor bu yüzden.

Neyse 'ön yargı' dedim başladım izlemeye.Topuklu ayakkabılar, alışveriş , makyaj, kuaför, manikür, pedikür, dedikodu, çalışma hırsı, zor durumda kaldığında arkadaşına kazık atma, aldatılmak (ve bu durumla başa çıkmak zorunda olmak)...bunların hepsi kadınların tek sorunu. Sadece filmdeki kadınlar olarak algılarsak işin içinden daha kolay sıyrılmak mümkün tabi. Bu kadınlar, o kadınlar, bir grup kadın olsaymış bu filmin ismi takdir ederdim belki. Ama kimse bana fikrimi sormadı tabi: )

Özetle filmde tek güzel olan şey Meg Ryan 'ın sarı bukleli saçlarıydı bir de filmin sonuna doğru biblo kıvamına girmesiydi. Diğer oyuncularında hakkını yememek lazım tabi vardı güzel sahneler ( doğum sahnesindeki sefeberlik anı gibi) Bir de adı geçen esas oğlan hiç kameralara gözükmeden işi götürmüşler takdir ettim.

İşte bakın yorum yaptım. Bu yüzden film ve kitaptan bahsetmek bana zararlı gelebiliyor!



16 Eylül 2008 Salı

cilt cilt, belki tek zımbayla tuturulacak kadar ince...


Benim hikayemin türü nedir diye soranınız var mı hiç kendine ? Ya da yaşadıklarını bir hikaye olarak gören? Polisiye mi benim hayatım, peri masalı mı, macera mı, fantastik mi, tarihsel mi???? Nasıl bir hikaye? İnsanın içinde bulunduğu döneme göre değişiyor galiba hikayenin türü. Ama genel bir konusu vardır eminim en azından inandığımız.

Polisiye dir; çok çetrefelli günler geçirirsin, koşturmaca içindesindir, basamakları bir iner bir çıkarsın, kovalarsın, kaçarsın, mecbur kalmadıkça ateş etmezsin. Sokaklar hep başka bir yola kavuşmaz çıkmaz sokakta tıkanır kalırsın. Hep bir uyarı lambası yakarsın insanlara karşı sonra. Aralarından sıyrılmak için ''nani naniiii!'' diye sesler çıkartırsın konuşurken, farkettirmeden sözcük altı ifadelerde. Sorgularsın karşındakini, tepesinde bir lamba yakarak belli belirsiz...Evlere baskın yaparsın! izin almadan belli ki...

Maceradır hikayen; ıssız adadasındır, gizli hazinenin peşindesindir, korsanlar tüm varlığını elinden almak için peşine düşer. Mağara çıkar karşına elinde bir fenerle sessizce içeriye ışık tutmak istersin...derken!

Fantastiktir; kocaman kocaman devler ülkesiden, mini minnacık cüceler ülkesine midye kabuğunda bir balık tarafından taşınırsın. Tesadüf bu ya mideyenin içinden inci çıkar karşına. Sonra 3 kafalı kılıç balıkları peşine düşer ...


Tarihidir; aslında kraliçesin ve 16. yy dasındır.Sarayın ve muhafızların vardır.Prenses olduğun günler de olmuştur.


Saltanat kayığında Haliç'i gezen bir padişahsındır belki de. Akçelerin cebinde, heybetinle dolaşmaktasındır...


Peri masalıdır ; elinde sıkıca tuttuğun bir değneğin vardır. Sihirli tozlar savrulur sen yürürken...İster bir buket papatya verirsin sevdiklerine, ister bir müzik kutusu en sevdiğin şarkı içinde, ister cezalandırmaya kıyamazsın kendi gücünü keybedersin kendi içinde...Kanatların uçmaz olur sıkıntıya düştüğünde. Ya da doya doya kanat çırparsın güzel bulutlar arasında...

Ya da bir dönem peri masalı bir dönem macera mı olur şu hayat?









14 Eylül 2008 Pazar

güvercin- şişe- ateş- duman- mail- posta kutusu- vb!

Gidesim gelir yanlış bi zamanda...!

Hissedilenin tam da yeri oysa.

Zaman bu zaman değil!




11 Eylül 2008 Perşembe

One night can turn all your colors to white (!)


Hayat isteyince çok şaşırtıcı olabiliyor...!

Düşün ki soru işaretleri dans ederken düşünde,
ünlemler hepsine taş çıkarmaya yeltenmiş bir vakit, istemez misin ki etrafını sarsınlar?

Bir gece... sıradan bir gece, can dostunla yolda bi an durup gökyüzüne bakarken, aynı gökyüzüne bakılıyor olabileceği ihtimaline uzunca takılmak, ardından gerçekleştiğini duymak bir öteki tekinden.

Dünya kurabiye kavanozuna atılıp karşıdan seyredilecek kadar küçük o an.Koca şehir kırıntı tanesi kadar!

Ama daha da küçük olmasını isteyen birilerinin varlığı daha mükkemmel.

9 Eylül 2008 Salı

Nikâh


Çok gariptir ayrıntılı bilgiye ulaşılamamıştır. Ama vikipedi derki :

Nikâh, evlilik için kadın ve erkeğin bir nikâh memuru önünde, ikişer şahitle, kamuya açık olarak evlenmeyi kabul etmesi ve bunun belgelenmesi, imzalanması. Medeni Kanun'la ilgili.

Evlenenlere aile cüzdanı verilir. Nüfus kaydında değişiklik yapılır. Nüfus cüzdanındaki bekar hanesine evli yazılır.

Bu kadarmış olayı yani. Gözünüzde büyütmeyin (:)) Ben bunun dışında bir sürü ayrıntı görüyorum misal. Arabeks tavırlarda yapılanı var bu işin, ayak üstü bilet keser gibi yapılanı var, gayet nezih bir görüntüde hayata geçirileni var...Gerçekten sevdiği için evleneni var, resmi işleri rayına oturtmak için yapılanı var, derme çatma yapılanı var, şahşahalı olanı var... Var da var...

Bana sıkıntı veriyorlar çoğunlukla bunu bilirim. Klasik tavırlar, kötü fotoğraf çekimi, takı merasimi, akrabanın eş dostun darısı başına replikleri (çıldırın!!!)


Mutlu ana ortak olan çok az insan vardır yani özetle. Candan sarılanların, gözlerinin içi gülenlerin azınlık olduğu ortamlar. Bir nikah bir cenazede görürüm böyle insanları toplu olarak zaten. Toplu bir iş için biraraya gelince insanların sapıtması sanırım olayın özeti. Bende mi gariplik var? O konuda çok düşündüm: )

Söylenecek çok şey var bu konuyla ilgili.Bağdaştırılamayan durumlar var.
Bknz: İslam da nikah.

Bknz : mariage(fransızca) Dinlerarası algılamayınız!


Gerçek anlamda mutluluğunu paylaşan insanların olduğu, ya da gerçek anlamda üzüntünü paylaşan insanaların çoğunlukta olduğu faaliyetleri destekliyoruz efendim.
Bugünü seçmem bir nikaha dahil olmamdır sadece. Çift bazında bakmazsanız sevinirim: )

8 Eylül 2008 Pazartesi

ŞişeLer içine tıkıLan notlar!


Toskana, Lüksemburg harman yapsak aralara bir tutam Barcelona yerleştirsek, Türkiye' ye dönünce de ''ah vatanım vatanım'' demeye devam etsek...Ama bir görsek dünya gözüyle...Çiçek bahçeleri, üzüm bağları arasında adım adım geçen zamanın farkına varsak. Kızıl, belki biraz bulutlu olsa özlem duyulan şekliyle. Tadı damağında kalsa da insanın, '' inadına güneşli günleri seviyorum hala fikrim değişmedi'' dese.
....

Çok hüzünlü, mağrur durdu kale gibi duvarların ardında yaşam, kıtalar arasında üstelik daha da ötesi...Ama derse gel!

Kafanı çevirdiğinde omzunun üstünden bir garip kelebek geçse, ıslak yaprakların üzerinden ürkek geçişler beraberinde.

Birden arkanı döndüğünde yuvarlanarak sana gelen bir eski bavul. Ayağının dibinde birden duruverir. Tam bu görüntüyü buraya kim astı derken sağ taraftan elinde kocaman bir dikiş iğnesiyle sana doğru koşan bir garip giyimli yaratık...

DÜŞÜNE DİKKAT ET!

(resim)Angela Hamann*




4 Eylül 2008 Perşembe

kırmızı kar da yağar isterse insan!!!


Çekim yasası başlığı altında toplanan tüm tesadüfleri bir mıknatıs kuvvetinde üzerime çekmekteyim. Mahallede top oynayan çocukların arasından geçerken şimdi top bana çarpıcak dediğinizde size isabet etmediyse yürekten inanmamışsınızdır derim...Ki ben çekim yasasıyla, kişisel gelişimle ilgili kitaplardan nefret eden biriyim. '' Hadi ordan!'' derken '' bir de burdan yak! '' kıvamına geçti bünyem.

Fransa' ya odaklandım...haritayı hergün elime alıp içimden geçirsem tüm istediklerimi hayata geçer mi dersiniz? Olursa hoş bir tesadüf olur.Oysa ki tesadüf diye bir şey nicedir yoktur!Taksim anıtının yanına Eyfel kulesi de yakışmaz zaten. Herşey yerinde güzel : )

Günler geçsin, haftalar geçsin, aylar hepsini tek bi başlıkta toplasın ve Ağustos' a doğru güzel haberler alayım istiyorum. Ama hepsinden önce Eylül' e hakkını vermek gerek, ya da Ekim' e...!




1 Eylül 2008 Pazartesi

bi bişey var ama...?


Az evvel diğer eşyaları bir kenara yığıp tepe taklak etti oyuncak sepetini... Bir de baktı ki uzunca süredir görmediği oyuncaklar karşısında. Ne çok severdi onlarla uzun uzun oynamayı. Saatler geçer dış kuvvetler etkili olmadıkça sesini çıkarmadan, yüzünde tebessümle devam ederdi oyununa. Sonra kurşun asker bir baktı halının altında kalmış, bir baktı ki çok sevdiği oyun arkadaşlarından bazıları yeni oyun arkadaşları bulmak üzere yola çıkıyor... Oyun sıkıcı bir hal mi aldı ne? yoksa arkadaş olmak mı sıkıyor oyun arkadaşlarının canını.