31 Ocak 2011 Pazartesi

Gitsem ve geri dönsem hiç fena olmaz.

Yıllar geçmiş gibi hissedilebilir. Söylenecek az şey olduğundan değil belki de yığınla olduğundan buralara uğranmamış olabilir. Nedeni her neyse, çok özlenilmiş midir burda söylenenler, okumak, okudukça durup düşünmeye itmiş midir buralara uğrayanları, bilinmez.

Bu arada ya ben daha da büyüdüm ya da dünya küçüldükçe kendime hakim olmakta uzmanlaştım.

Söylenecekleri burdan söylemeye devam etmek istemiyorum artık sanırım.

Yeni bir ruhu oldu kelimelerin. Yenilik gerek !

31 Ekim 2010 Pazar

1, 2, 3 ve sanırım 4 ?

Ortada belirsiz olan bir şeyler varsa hayat bir anda yorucu olmaya başlar. Yorucu ve tatminkar olmayan saatler sizi bekliyor demektir. Ne yapılırsa yapılsın, nereye gidilirse gidilsin, Ne yenilirse yenilsin insanın kafasının bir köşesinde belirsizlik tam anlamıyla pis pis sırıtarak ona rahat nefes aldırmamaya devam eder. Kimilerimiz tabi bu konuda daha başarılıyızdır. Belirsizlik tuzu kuru bir vaziyette orada öylece beklerken hiç istifimizi bozmadan normal yaşantımıza devam ederiz. Bu yetiyi kazanmış insanlar çok değerli bir yoksunluğa hizmet ettiklerinin farkında değildir. Çünkü mevzu bahis bu durum her yiğidin harcı değildir.

Ben de işte bu dönemlerden birinde olduğum için ne bahsi geçen yiğit kişi gibi olayı kabullenip hiç bir şeyi umursamadan yoluma devam ediyorum, ne de kafamdaki o bit yeniğine yenilmeye niyetim yok. İkisinin ortasında bir çizgide yoluma devam ediyorum. Hayatın getirdiği o malum belirsizliklere biri sebep oluyorsa gidin ve kafasına dünyadaki en büyük pilates topunu atın. ( kurtuluşu var ) Kişi bazında gelişmiyor ve zamanın getirdiği lanet olasıca süreçlere giriyorsanız bırakın o zaman nasıl geldiyse öyle gitsin.

Bizden kıymetlisi yok ki canım !

Üstelik bu belrisizliğin üzerine hallice '' belli, alenen ortada ve tatminkar edici bir durum denk gelirse işte o an paha biçilemez bir an olacaktır !

Belli- belirsiz, zaten hayat tekinsiz : )

10 Eylül 2010 Cuma

Sonu geldi bahçenin baharın...

Şimdi telaşa kapılmanın, hırkaları meydana çıkarmanın, serinliğin kalp atışlarını hissetmeye başladığımızdan kapıları kapatıp içeri girmenin zamanı mı ?

Ne vardı yani? Oturuyorduk ne güzel bahçelerde, parklarda, kırlarda, teraslarda...Şimdi bu telaşla, rehaveti kuşanmak mı gerekli yani? Dolapları; kalın, kollu, kuşaklı doldurmak fikri derken, savulun son bahar geliyor, geldi !

Melankoli siz istemeden çöreklenecek eşiklerinize. İster kapılarınız sıkıca kapatırsınız, isterseniz bi nebze mozaşistlik de akıyorsa damarlarınızdan, içeriye biraz buyur edip nabzını yoklarsınız. Baktınız ki haddini aşıyor, doğru kapı dışarı edin şimdiden. Çetin kış gelince siz kovsanız da gitmez nitekim. O soğukta alıcısı da çıkmaz hem. Herkes elindekinden kurtulmaya bakar biliyorsunuz.

Ama özleniyor da bi yandan. Gelsin ! Şöyle kaşkollarımızı boynumuza dolayıp ellerimizi ceplerimize telaşla soktuğumuz, ıslak camların ardında sıcak kahvemizi de keyifle yudumladığımız günleri yaşayalım azıcık. Belki biraz çabuk gideriliyor hasret ama, gelmezse de yaz gelince hiç açar mıyız kapılarımızı ardında kadar tekrar ? Gelsin ki özleyelim biraz toprağa basmayı. Kokusuyla idare edelim bir süre...Şöyle puslu puslu...Serin derin!

Hoş, bu son bahar geldi.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Bana o mumu verme, nerde projektörler ?




Zincirleme olarak karşına çıkan hayati zamazingolar! Önüne serili bir harita olsa ve nokta atışı yapmak istesen ancak bu derece başarılı olabilirsin. Nerde sihirli küren, ya da nerde olduğunu bilmediğin o tozlu sihirli küre her neredeyse sürekli işine burnunu sokuyor bilesin. Ele geçirmen gerekli artık ve kuvvetlice nefesini içine çekip büyük bir kuvvetle tekrar geri üflemen, tozunu savurman. Elimde bi adet sihirli değnek var böyle tuşuna basınca yanıp sönüyor, etraflıca hülülü ışıkları var felan ama onun çakma olduğuna birinci elden şahit olduğum için işe yaramadığına inancım sonsuz. Peki geri kalan eşyalar mı geldikleri noktadan bişeyler sürüklediler beraberinde. Evimin duvarında guguklu saat de yok ki canım.



Bak hayat bu sözüm sana!

Şu darı dünyada , işsizlik dönemimde, habire ordan oraya sürükleyip, bir ağacın dalına takılmama ve kök salmaya en azından teşebbüs etmeme izin vermeyeceksen şimdiden anlaşalım seninle. Eline aldığın o kocaman kumandayla istenmeyen insanları ve olayları nasıl burnumun dibine ışınlayabiliyorsan beni biraz da taht-ı revanın kalkış istikametine sürükle canım. Tamam anlıyorum, cidden sana minnetarım, hatta şanslıyım genel olarak, ama artık biraz belirgin şeyler üzerinden hareket etsek ben de 5 duyu organımı kullabilsem artık fena mı olur. İşaretleri topladığım çuvalların sayısı artık baya bi sabır zorlayacak kıvama geldi. Depo edemem bana hiç öyle bakma. ''Ver o kumandayı bana'' dedirtme ve bi yolunu buldur artık olur mu (?)

Üstüne gelmyeceğim, kibarlığımdan ödün vermeyeceğim ama ; sana demet demet ünlem işareti yolluyorum gerisini sen anla artık!

demet demet !!!!!!!! böyle noktası kocaman ünlemler !!!!

24 Haziran 2010 Perşembe

Genişledikçe içinde kaybolunan kişilik.

Kişilik genişlemesi diye bir şey var mıdır? ''Kişiliğim potluk yapmaya başladı'' dese biri mesela , bir kaşımızı kaldırıp ''nasıl?'' bakışı atmaz mıyız karşı tarafa. Ben olsam şaşırmış gibi bakmazdım. Çünkü var öyle birşey. Adı kişiden kişiye değişebilir ama geçerliliği tecrübeyle sabitlenmiştir.

Misal; aynı olaylara eskiden verdiğiniz tepkileri artık vermiyorsanız...Sizi eskiden deli gibi rahatsız eden şeylere burun kıvırıp elinizin tersiyle itiyorsanız....millet deli gibi dedikodu yaparken '' acaba bana mı ilginç gelmiyor'' demeye başladıysanız, çeşitli haberler sizin gözünüzde klasikler mertebesine eriştiyse. O makamdan bir türlü inmiyorsa...Söz konusu sizin ''vay be imkansız birşey '' diye atfettiğiniz olaylar, durumlar, kişiler, zamanlar artık ''tesadüf'' olarak kayıt altına alınıyorsa. Evlilik arifesindeki çiftlerin'' bu yüzük olmalııı, burada evlenilmeliii, bu insanlar gelmeliiii, o renk değil bu renk olmalıııı!'' gibi tavırlarını abartılı bulup, çocuk yapanlara da akıl erdiremiyorsanız. Rakamlara takılmıyorsanız, güneş gözlüğü kullanan ve onu hiç çıkartmayan insanlarla iletişim kurmaya çalışırken an gelip o gözlüğü çıkarıp ''böyle daha iyi'' diyerek sözünüze kaldığınız yerden devam etme eğilimi (aman!) geliveriyorsa. O da değil; bir araba gelip çarpabilir an gelip, o yüzden ''ıdı vıdılarla öldürmeyin anınızı, tadını çıkarınnn! '' diyorsanız bir yandan da
...

Ve bunun gibilerini ve bunun çok daha fazlasını...
Ya bu karakterinizde kısa süreli rehavet oluştuğunun ya da artık değme terzilerin derdinize derman olamayacağının işaretidir.

O kişilik pot pot devam eder artık uzunca bir süre, hatta düzeltilmeye çalışırken de teğelli teğelli...
Ta ki an gelip de ''cillop dikiş makinası'' ile karşılaşıncaya kadar. O zaman köşe bucak kaçmanın tam zamanıdır, ya da teslim olmanın !

17 Mayıs 2010 Pazartesi

balkonumdur, bahçemdir, börtüdür böcektir...Habitatımdır, size ne!

Yaşıtlarımdan bir çoğu çiçek yetiştiren, bahçe seven, otları bilen insan grubuna yaşlı, eski kafa muamelesi yapıyor. Aynı grup erken kalkan insan gruplarına da aynı muameleyi yapabiliyor zaten. Dolayısıyla bu grup izninizle hayatını üretimden ziyade tüketime odaklamış, hayatı oluşturan kavramlardan bir gezegen uzakta, soluk alıp verirken aslında o anki faaliyetinin bile farkında olmayan popülasyonun başını çektiği ''vurdumduymaz ukelalar'' adlı odaya kişisel kanatimce kapatıldılar. Gerçi onlar bu durumdan bi haberler çünkü pencereler açık durumda. Olsun elbet stoklar bitecek ve kapıyı açmak zorunda kalacaklar o zaman da aşağısının boşluk olmasıyla yüzleşecekler.

Size ne kardeşim! ''Çiçek de yetiştiririm ot da hatta elimden gelse yeni bir canlı türü de'' Bastığım toprağın hakkını bu şekilde verdiğime inanıyorum belki. Üstelik böceklerin, kanatlı canlıların da konacak bir tutam dalı olsun betondan ziyade. Yedik, yiyoruz, bitti, gidiyor, silkelenip kendinize geliniz artık!!!! Yürüyen merdivende hareketsiz kalan parmacıklarımızla denizin sıcaklığını bir yoklamak gerek!

21 Mart 2010 Pazar

Bahara verilmiş sözüm var, tutamam kendimi!

Ve bahar geldi...

Dallarda kendine hakim olamayan çiçekler sarkarken omuzlarımızdan aşağı adımlarımızın hızlanmasına engel olamıyoruz. Havada hali hazırda tutunulacak dallar varmışçasına sıçrayıp , tek hamlede bir süre asılı kalıp yolumuza devam...

Değil miyiz?

Ben öyleyim, olmanızı da tavsiye ederim. İçimden şarkılar geçerken biryandan da kulağıma çalınan güzel şarkılara eşlik etmekten alıkoyamıyorum kendimi. Belki blog denilen ekrana sığdıramadım nicedir düşündüklerimi ama kağıdı kalemi çantamdan uzaklara savurup atmadım. Yolda gidip gelirken şehr-i karmaşada ''off'' lar ''puff''lar arasında, kafamı şiddetle kaldırıp tüm gücümle karaladım durdum. İçi kabalıklarla dolu insan müsvetteliklerine, omuzlarda yığılı yorgunlukların tahamülü zor anlarına rağmen, belki sebebi gençlik, nefesimi tutup ne hamleler yaptım buralarda yokken. Kimbilir sizin hamlelerinizde de neler vuku buldu. Ama ayracı öyle bi sıkıştırdım ki bu kez sayfaya...Ne kendimden ne sizden haberdar oldum. Ben gerçekten yoktum. Kimsenin etlisine sütlüsüne bulaşmadan kendi hamlelerimin ritmiyle yoruldum. Ritimler boğduğu zaman neden başkasını da yorayım ki dedim.

Ve geldim yine. Mevsim dönümleri kimi zaman iyi gelmez. Hatta yorgunlukla başlar daha çok. Kış geride bırakılınca. Karlar eridi çoktan. Rüzgarlar da yakmıyor artık yüzümüzü. Savrulan saçlarda bahar kokusu var!

Hoşgeldi! iyi geldi...

1 Ocak 2010 Cuma

AYRAÇ

Silkelen ve kendine gel!

Zaman sayacı son solukta, tozu dumana katarken, ben de ritmine kapılıp farklı bir yöne mi savrulmaya başladım da bu kadar uzun bir zaman yazmamışım hiç birşey. Dolu dolu öyle dolu ki herşey. Dolulukların arasında sıkışıp bir an kafamı gökyüzüne kaldırdığımda herşey yerli yerinde orada. Yok, bir yıldız daha parlak. Göz kırpıp dururken o yıldız bana, alaycı bir bakış atıp hızlı adımlarla devam ediyorum. Yine direniyorum. Yolun üzerinde işaretler yığınla, karşılaştığım insanların söylemeden duymalarımı arttırıyorken hızla...Görmezden gelip işaretleri yine, bir alaycı gülümseme daha.


Çaktırmadan içlenmeye de başlanıyor üstelik akabinde. İçlendikçe sesli düşünmeye başlamak olası. Uygunsuz zamanlarda sesli düşünüp kendine gülmek de kaçınılmaz...ah değişen zaman! neleri unutturuyorsun da neleri çıkarıyorsun karşımıza. Değişmesem inanmazdım bu yaptıklarına. Kendini haklı çıkarmaya çalışıp o uygun zamanları kollaman pek hoşuma gitmiyor ama bekleyeceğiz elimiz mahkum.


Gel zaman git zaman kırmızı işaretler söz konusu! elime yüzüme bulaştırmak istiyorum olanı biteni, sonra bak yine alaycı bir gülümseme...Gül kendine!

29 Kasım 2009 Pazar

Anlatılması lazım gelen evler

Bayram münasebeti nedeniyle kapısı çalınan, aralanılan, ardına kadar açılıp içeri buyur edilen evler... O evlerin bir kısmı çocuklukta metrelerce uzunlukta koridorları, kocaman odaları olduğu düşünülen ancak gel zaman git zaman sonra yaş büyüdükçe, beden de yaşa ayak uydurunca o kadar da büyük olmadıkları farkedilen bayramlık , ilginç olan; kokuları değişmeyen, renklerinden de çok ödün vermemiş olan evler. İçerisi kalabalık, kalabalık oldukça da neşesine neşe katanlar.

Bayram nedeniyle sayısı artan ev nüfusu, kalabalıklar azalınca başbaşa kalan, kalabalık sebebi, yüzleri çizgili, elleri benekli insanlar. Bir o kadar da yorgun ama dinç bedenler. Çaktırmadan titreyen eller, tutulan bele elle destek vermeler. Ama aynı zamanda evindekilere ikram edemediği birşeyler kalmasın diye çırpınan o güzel ev sahipleri.

Bu evlerden biri çocukluk yıllarında tanışılmamış, kapısı değil aralanmak henüz görülmemiş ama gençlik yıllarında içinde yer almaya gönüllü olunan, bir apartmanda yan dairesine komşu olunmaya layık görülmüş bir hane oluverir. İyi ki de olmuştur. Çünkü o komşu dairedeki komşu teyze; al yanaklı, tombul, güler yüzlü, netice itibariyle başında haresi, sırtında bi çift kanadı eksik bir bayanın evidir.

Kasımpatı alınır, evinin kapısı çalınır eldeki çiçekler evin içine girince oracıkta sönük kalır. Bu evin odaları duvar kağıdı kaplı, vitrinleri oymalı, avizeleri de genellikle yumurta ampüllüdür. Cam kenarlarında menekşeler dizi dizidir, bazılarının koltuk kenarlarında ''koltuk cepliği'' denildiğini sandığım, içine; gözlük, tv kumandası, tespih vs konulan ayrıntıların olduğu ama koltuklarına oturulduğu andan itibaren dinlendiren evlerdendir. Eski defterler açılır, yenilerle kıyas yapılır '' ahh ah'' denilir akabinde '' şu yaştayım ama nasıl geçti sor, anlamadım'' dedirtir...

işte o anlatılanların hepsi '' nasıl geçtiği anlaşılmayan'' o yılların dilim dilim kesitleridir. Saatler birleşip ömür pastasını tamamlama yolunda hızla ilerliyordur. Karşısında geçilip oturulan o insan yerine düşünülür, işin içinden çıkılmaz gençlik hallerine dönülür. Ama o haller zamanı dondurur, duvarları huzur boyalı odalarda kendini dinletir insana. Bayramlar da buna sebep oldukça iyi ki varlardır...

14 Kasım 2009 Cumartesi

ruhun, hani şu...

Salıncaklar sallandırıp yüksek tepelerde, nefesini tutup, aşağıya bakamayarak gözünü kaçırmak istemen, garip! Soluğun boğazında bir iki saniyeliğine hiç değilse düğümlense ve birden yeşilliği görüp rahatlama hissetsen...Yere bazsa ayakların salıncaktan korkunca birden. Kollarını ardına kadar açamazsın bu yüksek tepede kurulu salıncakta şimdi...diyelim ki açtın o narin kollarını ardına kadar, salıncağı kuracak tepe bulamazsın bu kez. İç çekip yoluna devam!

Ruhun...içindeki o garip şey. Kimi zaman sis bulutu, kimi zaman külçe altın, bazen çöp tenekesi hatta. Acımasız, kimseye olmasa da kendine bazen. Elinde olmadan bir başkasına. Öfkeli, hırçın soluk içinden kopup giden...Heyecanını tutamayıp ağzından çıkacakmış gibi hissettiren. Etraflıca boşluklar olduğunda da, gazete kağıtlarını, tutam tutam pamuğu boşluklarına tıkıştırmak istediğin. Halatlarla bağlasan yerinde tutamayacağın, yaksan yakamayacağın, buhar olsa havaya karışsa dediğinde daha da şiddetli kaynayan, çıkış yolu bulamayıp yine su damlalarını içine serpiştiren...


iç çekip aniden yoluna devam...kocaman iki ağaç var ilerde bak! yamacın başında. hadi kur salıncağını da ayaklarını sallaya sallaya nefesini tut yeniden!


Nasıl birşey? zamanın mı var? yoksa zamanın mı dolar o an?