30 Ağustos 2008 Cumartesi

Ayraç olsam şöyle en güzel sayfaya konsam, bi süreliğine okunmamak üzere konulsa kitap rafa.



Masalı okuyan mı yalancıdır yoksa masalı dinleyen mi, ki masalın gerçekliğine inanır ? yoksa her ikisi de masum, tek yalancı olan masalı yazan mıdır?

Önünde renkli boya kalemleri, mürdüm ve koyu yeşil seçilir içinden. Kocaman bir balon çizilir, yanına çalakalem bulutlar. Kağıdın arka yüzünde bir kız var elinde balonla öylece duran. Farkında olmadan ya da anlaşılmasını bekler bir hisle çizilmiş hepsi aslında da harflerin hükmüne mi kapılır acaba kağıdı alan kişi yoksa zarfı açtığında gülümser mi gördüklerine içten. hissettirilen neyse adını koymak ister mi? koymuştur belki de zaten değişmesini istemez...Hoş yazan da çok emin değildir adını koyduğu şeyden, saçmaladığının bir hayli farkındadır. Masalı yazan kendisidir aslında ama bazen öyle abarttığını düşünür ki elinde değneğiyle bekleyen peri kızının hiç gelmemiş olmasını ister. Beyaz kağıdın üstündeki sevimli peri kızı deseni çelmiştir aklını. Masalı dinleyen de olmuştur okuyan da. Yazan olduğuna inanmak ise çok fazla işine gelmemiştir. Öyle güzeldir ki oysa herşey bu haliyle. Etten kemikten değil harflerden, desenlerden oluşmuş çok garip bir dünyadır bu masaldaki.

Bıraktı elindeki kitabı hızla...yanındaki masanın üzerine kitabı vurarak koyarken, etrafa dağılan toz üstüne başına bulaştı. Parıl parıl parlıyordu elleri, yüzü üstü başı...

Gülümsedi tekrar aldı eline kitabı. Bu kez sonunu açıp bir bakmak istedi olacaklara. Kapı açıldı içeri başka biri girdi ve:

-Sakın yapma, sonundan başlarsan ne anlamı kalır bu koca kitabın. Hem sen yazmadın mı zaten bunu sonunu neden merak ediyorsun, zaten bilmiyor musun? dedi.

Hayır ben yazmadım, sadece bazen öyle saçmalıyorum ki, yazılanları onun üstüne atmak hiç içimden gelmiyor. Kesin benim bir parmağım vardır bu işte...


27 Ağustos 2008 Çarşamba

oyuncak sepetine düşen küçük dükkan...!


Tüller asılı kapıdan içeri girdim ve hoş buldum tekrar...Kapıda bu kez hafif çatlak bi teyze de vardı. Güzel olmuşsun dedi içeri girmeden önce. Birinden bunu duymaya ihtiyacım vardı o dakikaya kadar. Teşekkür ettim...

Asıl kahraman da içerdeydi '' Güzin teyze '' bonesini saçına takmış çiçekli önlüğü üzerinde , elleri unlu bana gülümseyerek hoşgeldin dedi. Şükür ki öyle bir zaamnda gitmiştim ki sevimli aile fertleri de ordaydı. Onlarla da tanıştım...

Ve mutfak...! işini titizlikle yapan boneli sevimli teyze. Biraz yaptığı işten biraz kendinden, evinden, çocuklarından , işinden bahsetti. Ben de elimden geldiğince sohbetine ortak oldum...çekingenlikle yerime çivilenmiştim bir süreliğine sonra bünyeme enerji yayılmaya başladı yavaştan. Sevdim evet kesinlikle sevdim!

''Burası hep böyle sakin değildir'' dedi hamurları itinayla dizen Güzin teyze...

'' olsun ben bir başlıyım ben de şu an birikmiş enerji var gibisinden konuştum ben de.

Ya güzel şeyler olacak hissediyorum...! Muhtelif alanlarda zıplayasım var o derece!

İhtiyacım olan şey bir adet kırmızı önlük!
Evet!

22 Ağustos 2008 Cuma

Biz çoktan unuttuk dünya dediklerini...!!! (sakin)


Herşeyin konuşulup dört duvar ardına geçilince unutulduğu günlerden birinde... Elimi musluğu açmak için uzattığımda, akacak tek bir damla suyun muhasebesini yapar olmuştum. Bundan 20 sene önce, ya da doğup kendimi bilmeye başladığım süreçte bahçeli evin muslukları açılır hortum bahçeye bırakılıp bir süre suyun akması beklenirdi. Bol bol sulanırdı ne varsa. Suya doyum doyum doymaktı bitkilerin üzerine düşen.İsraf edilmezdi su, ama bolluğundan da şüphe duyulmazdı ihtiyacı karşılamak konusunda.

Sonra bir devir geldi ki...

Tüm muslukları kapattık sıkıca. Ve her açtığımızda, bundan sonraki yılların korkunç ama gerçek seneryoları bir bir, musluktan damlayan su damlasında büyüdü...büyüdü...canlı birer görüntü oldu. Soframızdaki bardaktaki suda, yoldaki arabanın yanımızdan geçereken sıçrattığı su birikintisinde titrek titrek, mutfaktaki sebze meyvemizde damla damla birikti yansımalar. Eskiden çaydanlığın dibinde biriken su şimdi balkondaki saksıdaki çiçeğin köküne can verir oldu.

Okul koridorlarında, bir zamanlar gönül verilen stk' nın afişinde insanları uyardı '' Susuzluk! '' Ama öğrenci insan dönüp afişe bakmakla yetindi iyi ihtimalle. Elindeki telefondan kafasını dış dünyaya uzatabildiği kadar izin verdi algılarına belki bir an. Bilgisayarındaki ekran suya doymuşçasına renkliydi, soluk tonların ayarı vardı, suya ne gerek...

Gerçek hayata dair kimse ''bir gün gelip gözyaşını biriktirmek zorunda kalabileceğine'' ihtimal vermedi.

Reklam panoları şehri İstanbul ' a haber saldı susuzluk yok, Melen çayını ayağınıza kadar getirdik. Onu da ait olduğu yerden koparmayı başardık sizin için...OYSA; Melen çayı okyanus olsa bitecek su birikintisinin damla hesabıydı gören gözler için.

Sonra halılar sarkmaya devam etti bu şehirdeki evlerin balkonlarından. Diğer şehirler de, uzakta aynı telaş içindeydi bakınca pencereden.

Fısıltı gazetelerinde suyunu boşa harcayan insanlara birileri ceza kesiyordu.Fısır fısır konuşmalar ise hiç lafa dökülemedi bu şehirde. Ya da şahit olunamadı.Beyaz masalar haftasonu kepenk kapatır olmuştu. Şikayet edilesi insanları şikayet edemeyen gel- git bünyeler vicdan azabıyla, içindeki kahramanı dövenlerdi geride kalan.

Görmediğimiz tüm ekran diyalogları artık ipini koparmış çılgın bir boğa gibi salonumuzun ortasında koşturur olmuştu. Biz de bu azaptan kurtulmak için yan odalara koşturur olmuştuk.

Vatanseverliği; milli takımın zaferlerini kutlamaktan ibaret, parti iktidarlarından kar, biri bayrağına dil uzatınca onunkine iki katını söylemek, hatta daha ileri gidip gerekirse yakmakla çözümlendiren birilerinin yaptığı olarak görüp , ülke sınırları içinde kalan suyu vatanın bir parçası olarak göremeyerek adeta cama çıkıp bardak bardak sokağa dökmüştük. Kova kova!

Bir grup insan hala çocuk doğurmanın derdindeyken, bir grup insan da onlara çocukların geleceğinden bahsederken, '' karamsarlar'' olarak kayıtlara geçmişti.
fazla gerçekçi olmak can sıkıcı duyunca, görünce, okuyunca...Ama gerçek. Gelecek ya da gelmeyecek ama şuan için koca bir gerçek!

Dünyanın seçme şansı olsaydı eğer, eminim ki içini döker basıp giderdi ama yükü alabildiğine ağır. Ama dünyaya seçme şansı vermeyen biz, istesek gayet iyi insanlar olabilirdik...istesek!

Şimdi sorun kendinize dünya insanları;

Yüzüne bir damla su vurmadan güne merhaba demeye hevesli misin yeterince?

Hijyenik temizleme mendilleri devreye girse senin temizliğin için. Korkup kaçar mısın 'su ' diye.

Susuz arınmanın tekniklerini geliştirenlere ödül verilirken kurumuş dudaklar hangi şarkıyı mırıldanmak ister, ya da ister mi gerçekten.Çatlamış eller şakşakçı bu kez.

Ya da gün gelip fotoğraf albümünü açtığında, çocuklarına ilk olarak hevesli bir şekilde içinde su görüntüsü olanları göstermeye hevesli bir sen.

Ya da daha da korkutucusu;

-anne, baba, hala, amca, anneanne...
Bu ne?
Nasıl bitti?
Siz ne yaptınız?

...sorularını duymaya ne kadar hevesliyiz ?















19 Ağustos 2008 Salı

Altın boynuz, bilir misin ?


Erkeklerin bazen çok basit varlıklar olduğunu düşünebiliyorum. Sonra diyorum ki hayır çok ileri gittin hepsi bir kefeye sığmaz. Her kadın Seda Sayanın programındaki meraklı tazelerle bir mi sence? Her hemcinsini sarıp sarıp sevgi yumağına sarmak mı istiyorsun (?)

-Hayır!!!

Sus o zaman haddini aşma! Baban, arkadaşın, dostun, sevdiğin insan olabilir her birinden bir parça. Bu kadar ileri gitme istersen bir hamlede.

Hepsini aynı kağıda yazamayacak kadar çok karışık bu kez konular. Maddeler halinde sıralamak gerek. Kaç adımda bilmem...!

1- Ölen öldüğüyle kalır lafını da hatırlar insan arada. Ama aslında çok sadist bir laf iken. '' Ölen ölmeyi kendi mi tercih etti? '' derim hemen.

2- Nikah salonlarının kasvetli olduğu doğrudur.

3-Kimi zaman insanlar sigara içmedikleri halde sigaranın yol açtığı bir hastalıktan dolayı ölebilirler.

4- Uzaktan davulun sesi bir hayli hoş gelebilirken, yakında duyulduğunda tokmak kafasına kafasına vurur insanın. Tokmak kafaya vurdukça davulu ve tokmağı, davulcuyu da anlamak kolaylaşır.

5- Nikah şekerleri gereksizdir. Sevimli bile olsalar bir evde süs diye tutulma olasılıkları beni benden alır.

6- Fotoğrafı çeken kişiyle iletişime geçmek kimi zaman olanaksız olur ve nemrut bilfiil kişinin takendisi olabilir. (oysaki sevimlidir gerçekte , pek de şekerdir)

7- Çok özlersin görmek istersin!!! hop orda bir dur bakalım derler.( sana can veren canını alır da alır, bi bakmışsın yine hayattasındır)

8- Oyuncak sepeti bu biliyorum. Nasıl da güzel hissediyorum bazen. İş rayından çıkmadan anımsasam bir de.

9- Şu koskoca dünyada nokta atışı yapılıyor hergün !!!

10-suz!!!

....

1-

2-

3-







14 Ağustos 2008 Perşembe

PEMBE PANTER, 2 GENÇ KIZ, İETT VE KURABİYE DÜKKANI.


Herkesin harcı değil tabi... Sıradan bir günde sıradan bir oyuncakçıya laf olsun diye girdikten sonra, büyük ölçülerde bir pembe Pantere sarılıp oyuncakçıdan çıkarken de ''Hadi Allah'a emanet ol'' diyerek 2 reyon ötedeki arkadaşını gülme krizine sokup şaşkın gözlerle onu seyretmesine aldırmamak.

Freudiye ''büyük üstad''
-Ne var ? çok sevimli ve sıcak bir yapısı vardı! diyerek uzaklaşır.

Aynı gün içinde tuturulan türkülerin içerikleri, okunan şiirlerin değiştirilerek günün gelişen şekline uyarlanması (ki bunu yazamıyorum çok ağır olabilir okuyucu kitlesi için: ) , otobüsün geçtiğini farkedip '' durdurun onu! '' diye duraktaki insanlara SOS vermek. Tabi bunu yaparken yine gülme krizine giren ve koşamayıp zor dakikalar yaşayan mazlum gence aldırmamak, bindiğin otobüste dikiz aynasından senin canhıraş koşuşunu izleyip, yüzünde kocaman bir gülümseme oluşan şöför beye nezaketen ''teşekkür ederim'' demek.32 dişinin de akabinde otobüsteki diğer yolculara MERHABA! demesi.

İşçi olup zor hayatı seçmeye karar verdim işte bu yüzden. Fırınlara iş başvurusu yapmaya başladım. Kurabiye yapıp ya da belki benzer fiili hareketlerle Eylül'e posta koymak istiyorum.

PASTANE HAYALİNE RAMAK KALSA : )


13 Ağustos 2008 Çarşamba

GELECEK YIL BU ZAMANLARDA , BEN...



İsterim ki okul bitmiş ben de Fransa yolcusu olmuşum. Sonun da beklenen an gelmiş '' bekleyenin bir tek ben olduğu o güzel an'' .

gelecek için yatırım yapması bazen olabildiğince saçma gelirken bazen de inanılmaz mantıklı olabiliyor. Anlamış değilim. Tamamen neyle ilgili olmasına bağlı sanırım. Yaza çıkarken kış için alınan bot hem mantıklı hem mantıksız bir iş iken, Fransızca öğrenip bunu ilerletmek gayet mantıklı bir iş gibi gözükebiliyor. Gelecek için şimdiden plan yapmak, gariptir, örneğin benim şuan yaptığım... gelecek yaz Ağustos ayını gözüme kestirip şu olmuş, bu olsa, gibi hayalleri kafasında tey teyyy yol almış bir insanın yazıya vurulmuş şekli. Bir de bunun söze dökülmüş şekilleri var onlar daha da can alıcı olabiliyor.

Yapma diyorum bazen. Sonra yaparsan bağ yapmazsan dağ, sonra bana ne dağdan bağdan, kimler gelip dağdan bağdakini kovarsa hesabını bir şekilde elbet öderler diyorum. Hesabın ne tarafta ödendiği de önemli gibi geliyor bazen. Haddimi aştığımı hissedip susuyorum.

Hem evrene iyi mesaj verin derler. (bilenler bilir)

Evrene iyi mesaj vermek bunun kibarlaştırılmış hali aslında. Kendine gaz vermek daha doğru. O kadar iyi mesaj veriyorsun ki kendine istediklerini yapmaman dış şartlar dışında imkansız hale geliyor. Karşılaşmak istediğin insanla karşılaşmana ne demeli derseniz eğer :

a) Tesadüf
b) Dış mihraklar
c) O kişide istemiş demek, derim.

Gülmeyin duyar gibiyim!

Ne diyordum?...seneye bu zamanlarda ben...!

8 Ağustos 2008 Cuma

T.Ö - T.S


TATİLDEN ÖNCE- TATİLDEN SONRA ,TAŞINMADAN ÖNCE -TAŞINDIKTAN SONRA

Beklenen an gelir ve 3 kağıt bebek kendini içi dolu turşucuk bavullarla yollara vurur...Gün gelir dört teker, gün gelir dalgalı denizde salanan tahta kayıklarda bulurlar kendilerini.

Saatler geçer gün gece olur, ama akşam üstü saatlerinde Kaş sokakları beni benden alır. Mavi boyalı beyaz peçeteli kırmızı avizeleri olan mekanda nazar değmesin maşallah denilerek denize bakılır. Köprünün olmadığı, begonvil sarkan balkonların olduğu beyaz evlere hayran kalır kağıt bebekler! Bir daha gelelim ama bu kez Ölü deniz akıllarda ölü olarak kalmaya devam etsin denilir.

DERKEN...

Dönüş yolu bitmek bilmeyen saatler akabinde: köprülü şehre varılır dört teker üzerinde. Çaktırmadan mutlu bile olunur.

Taşınma öncesi sonrası dönemi gelir. kağıt bebek devri biter ve yerini Herkül- Zeyna kuvvetinde insan silüetleri alır. Nitekim insandırlar. ''Yorulmak '' denilen eylemi en kralından yerine getirirler...

Şimdilerde T.S devrine geçilmiştir.

2 krallık vardır, birini iki kız kardeş yönetir. Diğerini de Paşa babam!

Sarayın kapıları altın değil bildiğin çelik kapı, mutfağında ise duruma göre değişebilen 2 adet aşçı vardır : )