20 Ekim 2009 Salı

kırık, çarpık, buruk

Hayatındaki önemlilik derecesi keskin sınırlarla belli olan eşyalara zarar gelirse oturup ruhunu yorar insan. Zarar verdiği eşyanın faturasını kendine çıkarır. Eşyalar önemsizdir, candan ötesi yoktur denilir. Ancak bizi üzen de odur ya, onu size veren birileri olmuştur, sizin adınız gibi bildiğiniz zamanlarda konuşmalarınıza şahit olan eşyadır belki o, ya da anneanneninizin vitrinininde çocukken önünde bir oraya bir buraya koşturduğunuz dönemlerde, siz hayli ciddiyetsizken vitrinde gayet kendinden emin duran eşyadır o. Şimdilerde üzerinde sandık kokusu vuku bulur, o zamanlarda kolonya kokusu varken üstünde. Kırılmıştır ya şimdi...kırılırken içiniz cız eder, hele ki o eşya sizin değil bir başkasının hatırasıysa lime lime olursunuz. Zamanı geri almak mümkün olsa aradaki ayrıntıları boşverip zamanı sırf o eşya için geri alırsınız. Sizin değildi o ama elinizi sürmüştünüz bir kere ve şimdi yerdedir bin parça, zarar görmesin diye uğraşırken üstelik...



giden gitmiştir...Başkalarının hatırasına burnunuzu sokmuş gibi hissedersiniz bir anda. Giden her ne olursa olsun artık. Yanlış zamana denk gelen yanlış olaylar vardır ya işte, atsanız atılmaz satsanız satılmaz...Değil yaşadığınız o anı kendinizi koyacak yer bulamazsınız ya hani bazen. Kırdıkça kırılmışsınızdır aslında, üstelik elinizde olmadan. Başkasının gözlerindeki önem derecesini görürsünüz o eşyanın. Başkasının mutsuzluğuna sebep olmuş gibi hisseder kendinizi de ziyadesiyle mutsuz edersiniz! Sonra lanet olası bitemez üçlemeler vardır. Üçlemezsen olmaz nedir hikmeti bilinmez. ve hemen akabinde istemeden bu sefer de kendine ait başka bir eşyaya zarar verirsin. Üçlememek için direnirsin şimdi de.





Manasızdır çünkü!





Hiç yorum yok: