14 Kasım 2009 Cumartesi

ruhun, hani şu...

Salıncaklar sallandırıp yüksek tepelerde, nefesini tutup, aşağıya bakamayarak gözünü kaçırmak istemen, garip! Soluğun boğazında bir iki saniyeliğine hiç değilse düğümlense ve birden yeşilliği görüp rahatlama hissetsen...Yere bazsa ayakların salıncaktan korkunca birden. Kollarını ardına kadar açamazsın bu yüksek tepede kurulu salıncakta şimdi...diyelim ki açtın o narin kollarını ardına kadar, salıncağı kuracak tepe bulamazsın bu kez. İç çekip yoluna devam!

Ruhun...içindeki o garip şey. Kimi zaman sis bulutu, kimi zaman külçe altın, bazen çöp tenekesi hatta. Acımasız, kimseye olmasa da kendine bazen. Elinde olmadan bir başkasına. Öfkeli, hırçın soluk içinden kopup giden...Heyecanını tutamayıp ağzından çıkacakmış gibi hissettiren. Etraflıca boşluklar olduğunda da, gazete kağıtlarını, tutam tutam pamuğu boşluklarına tıkıştırmak istediğin. Halatlarla bağlasan yerinde tutamayacağın, yaksan yakamayacağın, buhar olsa havaya karışsa dediğinde daha da şiddetli kaynayan, çıkış yolu bulamayıp yine su damlalarını içine serpiştiren...


iç çekip aniden yoluna devam...kocaman iki ağaç var ilerde bak! yamacın başında. hadi kur salıncağını da ayaklarını sallaya sallaya nefesini tut yeniden!


Nasıl birşey? zamanın mı var? yoksa zamanın mı dolar o an?

2 yorum:

Güllerevurgunum dedi ki...

nerden alıyorsun bu yazıları yaaw?? Söz bak kitabın adını söyle kimseye demem :)

e.d dedi ki...

arada bi esen geçen kitap bu...yetişen alıyor :)