24 Kasım 2008 Pazartesi

Sokakta adımbaşı gülen ifadeler; bir hayli ifadesiz.

Hayatımın etrafını pamuk iplerle sarmaya başlarken, yumağı bir geri doluyorum bir çözüyorum. Duruyorum bakıyorum gelen giden var mı sonra yumak elimde sallana dursun hoplaya zıplaya hayatın kırmızı rengine aldanıyorum. Gülümsemek ne güzel diyorum...susmak yerine konuşmalı diyorum. Görünmez bir çift el elindeki bantı zamansız bir şekilde ağzıma yapıştırma gayretinde. Vücudumda bana fazla gelen uzuvlarım; bazı dakikalar işte, ellerim ceplerime sığmıyor, kavuşmuyor birbirine. Üstelik bunların hepsi mutluluktan oluyor.

Evimin olduğu sokağa girerken köşede ağaçlar var sanki. Hepsinin dallarında gülen yüzler asılı, sokağın sonunda ise tereddütlü ifadelerin olduğu ağaç dalları...Köşeyi dönünce kararlı ifadeler sallanıyor diğer ağaçların dallarından bir bir. İştahla geçen var mı yakınlarından, kolluyorlar hepsi. İstemesem de yüzümde yer buluyor gülen ifadeler.

Ve sonra geliyor cümleler kolkola girmiş yokuşun başından.

Köşeyi dönerken ben yine; dokunmak istiyorum bulutlara...!


17 Kasım 2008 Pazartesi

hayat sürpriz yapınca...


Gökyüzüne dokunmak istiyorum!!!


-

Şu yanda görülen resmi ilk gördüğümde ne düşünüceğime karar veremedim bir süre.

acı mı?
mutluluk mu?
özlem mi var?

yoksa sadece bir adamın eli, bir adet kalem, ve kağıdın üzerine çizilmiş bir adet kırmızı kalp mi var ? :) aslında hepsi mevcut görene. Nasıl bakıldığına bağlı tamamen. Hatta ters çevirip bakılırsa; elindeki ipe bağlı çuvalı yere koyan bir adamın eli belki.


Şimdi o el bir bayanın eli. Bir süredir kalbininin ipini koparıp göğe doğru bırakamamaktan şikayetçi. Ailesini tenzi ediyor , arkadaşlarına ısrarla toz konduramıyor, tanıdığı bildiği halleriyle sokaktaki insana bile bazen sarılası geliyor bu insanın.

Bırakın kalbini uçurmayı, aslında ruhu ve bedenini salıncağa oturtup arkasından hızla ittirmeyi bekliyor. (başkası yapsın istemiyor işin garip yanı)

Yoksa elinden gelse gerçekten pamuklara sarıp sarmalarım o kırmızı çuvalı ...

13 Kasım 2008 Perşembe

menfaat bavullarının üzerinde zıp zıp...!

Menfaatler sizin olsun alın, hakettiğiniz kadarını yaşayın dedim. Aldım en hareketli şarkıları ilk sıraya çektim, kaba tabiriyle iplemeyince, boşlukta ipsiz yuvarlanan kuklalar gördüm...Sinir harbi ertesinde şu saat itibariyle bayram sevinciyle doluyum. Acaba bu bir çeşit hastalık mı tekrar eski halime dönersem diye çok korkuyorum: )

Bavulların bir kısmını camdan boşaltmaya karar vermiştim ki yoldan geçenlerin ne günahı var diyerek vazgeçtim. bavulları geniş bir alana çektim üstlerinde olanca gücümle zıpladım zıpladım ve şimdi birer cüzdan formatındalar. Fotoğraflar var cüzdanların içinde de ( kime ait oldukları belli yani). Gücüme sağlık hey maşallah diyeceğim müsadenizle. Mevsime inat mutluyum kimse önüme çıkmasın! bir süre hoplaya zıplaya İstanbul sokaklarını kendime tahsis edeceğim. Sokak lambalarına kişisel notlar bile yapıştırmak istiyorum. Uçan balonları da gelecek haftaya saklıyorum...

Şimdi zaman Fransızca kelimelere ait. Öğrencilik halleri ve sınavlar nedeniyle.

Amaca giden yolda gerekli malzemeler:

motivasyon:) ve viva la vida.




10 Kasım 2008 Pazartesi

menfaat bavulundaki çirkin seneryo

-Hımm çok ayıp...Koskoca kızlara yakışıyor mu böyle kocaman kocaman bavullar dolusu laflar taşımak. Aracı kurumlar yorulmuyor mu bir yerlerde acaba. İsyan bayrağını tepenizde sallayan ellere de mi saygınız yok! dedi biri.

Kapının altından bir zarf geldi bir gün. Açıp baktım kimden diye. Sınırlar ötesindeki mektup arkadaşlarımdan birinden gelmiş olma olasılığı yüksek ya da sınırlar ötesinde olan ama yanıbaşımda yeri olan arkadaşımdan.

Değildi...

Yorgunsun biliyorum. Alışıksın ama çok yorgunsun böyle şeylere şahit olmaktan. Herseferinde aynı filmi tekrar tekrar görmek ve hiç şaşırmıyor olmak garip değil mi? Sıkıcı üstelik.

Yeni bir film çekilse artık, biraz da heyecanlı sahnelerde hop oturup hop kalsak diyorsun. Kısmet olmuyor. Yine aynı yönetmen ve yine bildik oyuncular. Kulis diye bir şey bile yok artık. Hayattan kopmadan filmin içine paldır küldür girmek onların yaptığı, kostümler üstlerine iğnelenmiş artık mıhlanmış gibi. Arada bir adım atyorsun sahneye, tam müdahale edecek oluyorsun, anlık isyanların oluyor... Duyan duymayana öyle güzel anlatıyor ki, '' bu yaşadığımız komedi miydi, dram mı, traji komik hikayelere mi merak sardık şimdi de? '' diyorsun.

Fazla mıyım, yoksa eksik mi diyorsun? eksikleri tamamlamak için gerekli çirkin parçalar nerden temin edilir biliyor musun? Yok, bilmek istemiyorsun, seni tanıyorum.

Şimdi bırak elindeki hediyeleri şöyle bir kenara bakalım. Oyun arkadaşlarına vermek istedin değil mi bir an. İçinden geldi, ama aceleci davranıyorsun farkında mısın? sabırsızsın...

Bu güzel insanların irili ufaklı menfaatleri var; yeni oyunda iyi rol kapmak için. Seneryoyu kaptılar gidiyorlar baksana!

Elindeki yeni oyunu da sen mi yazdın? İyi de burdaki pastacı rolünden sana hayır gelmez....

...

Upuzun bir mektup okudum ve katlayıp çantama attım...Şimdi gitmeliyim, soluklanmalıyım.

Hayat yeni oyuncular peşinde!








7 Kasım 2008 Cuma

dilek kipi ile sıkı bir ekip olmak

Tanımadığım bir bankta,
Tanımadığım bir şehre karşı,
sessizce akıp giden ışıltılara bakarken
unutsam kendimi bir süreliğine.
eski ve yeni arasında heyecanlansam,
Korksam, telaşlansam...
bitecek derken yeniden başlasa korkular.

Fotoğraflardan yazılardan ibaret kalsa bir süreliğine bu an,
o anda, bu anı özlesem
içimi dolduran sözcüklere yenilerini eklesem.
Ben ekledikçe onlar yabancılaşsa biriktikleri yerde.
yapsam, etsem, duysam, görsem...olsa!

Değişme ihtimaline karşılık, bir o kadar olurunda olsa.




4 Kasım 2008 Salı

itiş kakış


Kalabalık kalabalık yollar, sokaklar, caddeler, kaldırımlar... hatta o kadar ki kaldırım taşlarının her bir metrekaresi...

İtiş kakış hayatlar.Ben senden hep önce olmalıyım bakışları ''dayanışması''. İnsanların benliklerine işlemiş öyle alışkanlıklar var ki, en basit çekişmelerde kendini ele veriyor her bir saklı benlik. Maske düştü çirkin yüz gülümsüyor. Oyuncak sepeti olduğunu hatırlatıyorlar sık sık. Kıymetli oyuncakları kutuda saklamanın hiç bir mantığı kalmıyor. Dolayısıyla çıkarıp oyuna dahil ediliyorlar her biri. Tahta olmaktan çıktılar zaten hepsi, ağaç kokusu almak yerine plastik kokusu yayılıyor hayatın ta içine.

''Sözümü tutmamak sıradan hayatımın bir parçası benim, senin hayatını keşmekeşe sokması umrumda bile değil'' diyor piyasa insanları hissettirmeden yoğunluğunu sözlerinin.

Diğer yakada; etrafındakileri sürekli çekiştiren ağızlar kulak kabartıyor bir öteki tekinin fısıltılarına. Çirkinleşiyor...Çirkinliğini karşıdan görmediği için bir hayli gösterişli yaşamına devam ediyor...eteğinde yıldızlar.

Tutunulacak tek dal; vücudunun sarmaladığı ruh oluyor. Elinin biri sağda sallanıyor, biri solda boşlukta bir an...Sonra yumruk oluyor öfkeyle ve cebinde saklanıyor. Darbe alan ruh bedeni sığınak bilerek hayata adil davranmaya devam ediyor.

Göz açıp kapayıncaya kadar hepsi bitti varsayınca, ''hayat yine olduğu yerden akıp gider'' deriz ya, suyun akışı yokuş yukarı olma çabasındayken bile...

DERİN BİR NEFES ALIP, GÖKYÜZÜNE BAKIP, SOLUĞUN HAYATA KARIŞIYOR.




2 Kasım 2008 Pazar

renkli kriz anları sergisi

Daha öncelerde resime tekrar dönüş yaptığımı çıtlatmıştım (sanatçı kapsiri mi yapıyorum, ukala mıyım? kime ne halbu ki...)

paylaşasım gelir zaman zaman yorum almak kötü bir şey değil sebeb-i deşifrem ondandır...

Zaman dilimini kendime has hale getirip, şölen eşliğinde, fırçalar ve renkler kombinasyonuna kendimi de dahil ederek oturdum beyaz kağıtların başına. Evet anlat bakalım derdin neyse dedim...

Bunlar çıktı...




rüzgar gülü ve bulut balonu...







Kendime pek tanıdık geldim...( hayalperestlik! ileri derecede olduğunda pestisitlerle son verilebilir ruh halime)