27 Mart 2009 Cuma

~ Küçük Ev ~

Dört odalı bir iş kurmalıyım!Dört odası da farklı ama ortak kapıyla dış dünyaya bağlı. Birinin penceresinden çiçek bahçesi, birinden yemyeşil orman, birinden taş köprüler, bir diğerinden de göl manzarası karşılasın beni.

''Hayatın gerçekleri'' diyeceğim sulu sepken üstüme yağan bir diğer gerçeklikler yığını şemsiyemi açmama fırsat vermeden sağnak halinde başımdan aşağı inecek diye endişeleniyorum zaman zaman. Toprak saksı deviriliyor...Sonra camdan bakarken ardı sıra düşüncemin bahçeden ağır adımlarla geçmekte olan kedi patisini cama vuruyor '' hadi be sen de!'' içerikli bir mesaj verdiğine inanıp gülümsüyorum tekrar. İşin aslı çok fazla sebep varken gülümsemek için, işime geliyor böyle davranmak hayata.

Nicedir samimiyetizliğinden şikayet ettiğim insanoğluna taş çıkartacak, küçük bir güruh üzerime geliyor çünkü tarih itibariyle. Üzerime gelmekten öte, yanıbaşımda duruyor her biri. bakmadan gören, anlatmadan duyan, aynı şeyi hissettiği için gülümseyen...ev huzuru, delisi, akıllısı, suskunu, gevezesi... anne gülümsemesi bir adım arkana baktığında; anlatsam anlatılmaz yaşanılası mutluluklar :) Biraz uzakta kalan eksikler için sabretmekten başka bir çare de yok nasılsa...

9 Mart 2009 Pazartesi

Mavi odalı kararsızlık Blokları

Sabahın körü de olsa, sen düştüğün yolu görebiliyorsan problem yok denilir.Nostaljik kırmızı tramvay şu günlerde pek de nostaljik olmayan, daha çok bireysel anlamda modernizm köleliğine taşımacılık yapan bir araç görünümündedir. Neyse ki haftanın başı günlerden pazartesi olması gelecek haftaya giden saatleri yavaşlatır. Sonraki hafta hep önceden düşünülmemelidir işi yokuşa sürmemek için, farkedilir.

Okulun kapıları yüksek parmaklıklı, bahçesi uzun bir yolu bloklara bağlayan, ötesinde ise deniz manzarasını kucaklayan ama nedense mevsime dair bir soğukluk taşıyan görünümdedir. Üstelik daha da yorucu olanı; huzur vediğine inanılan mavi rengin böyle alanlarda kullanılmasıyla aldığı can sıkıcı havanın kapıdan girer girmez insanın üzerine çöreklenmesidir. Durup silkelenilir öğretmen silüeti, kendini omuzları dik bir şekilde yorucu duvarlar ardına ısrarla sürükler...

Koridorlar geçilir, merdivenler aşılır, kapılar zorlanır... Ya saatte bir problem vardır, ya okulda, ya binada, ya da bahsi geçen silüette. Korkutucu bir klasik müziğin hakim olduğu sözüm ona ders zili kendini hissettirir, gerilim filmlerinde dekorun parçası olan, yanıp sönen cızırtılı floresan lambaların oldukça benzer versiyonları göze takılır, kapısında fransızca sınıfı yazan kapının ardı oldukça boş, koridorlar da bir hayli loş bir havayla çılgınca ''GÜNAYDIIIIINNNN!!!'' der.

İrkilen çaylak silüet ''bari denizi göreyim'' umuduyla cama doğru adımlarını sıklaştırır, kendiyle burun buruna gelir bu kez de camdaki yansımasıyla. Deniz gridir, çünkü mavi olacak enerjiyi güneşte bulamamıştır o sabah.

Güneşi ceplerinde arayan umutlu genç kız vaktin geçtiğini haber veren saat dilimlerinden başka bir şeyle karşılaşamaz.

Ne istediğimi biliyorum! diye kendini telkin ederken geleceğe dair, beyaz saçlı prens koridorun başından gülümser...

Hadi tören alanına...

Evladım...oğlum...kızım...kime söylüyorum...!

Sene 1999 lise yılları ve arkasından derin bir nefes...!


3 Mart 2009 Salı

yukarıdan aşağı / soldan sağa

Arkadaşlarla yapılan yuvarlak masa toplantıları... :)

Gelecek yıl artık öğrenci olarak tanımlanmayacağının farkına varmış tedirgin yüzler var biraz. Bu yüzlerin yarısı da iş hayatına adım atmak için delice an kollamakta, öğrenci olmak uzun vadede artık can sıkıcı olmaya başlamış. Sabırsızlık var kimimizin üzerinde. Kimimiz balon balon hayalperestlik çukuruna çoktan düşmüşüz. Yüksek dağların hemen ardında kırmızı halılar, ışıltılı çalışma arkadaşları, parlak bir kariyer bulma umudunda değil, eminliğindeyiz. Kimimiz ne istediğini bilmiyor.
''Ben ne olabilirim bilmiyorum ki ?'' diyor kendi kendine. ''Ne yaptım kendim için geçen bunca zaman? Beni tanımlamak için yeterince çaba sarfetmedim sanırım konuşurken anladım'' ... Düşünceler dillendiriliyor, biri bitiyor biri başlıyor. Hepimizin öz inancı; oturduğumuz odanın duvarlarının bir hayli yüksek ve birbirine yakın olduğu. Ama neredeyse hiç birimiz pencereleri ya da kapıları aklımızın bir köşesine sığdıramıyor gibiyiz. O kapılar ve pencereler dışarından gelecek müdahalelere açık sanırım sadece. Bize öğretilen yanlış bir şeyler var. Çatıdan odanın ortasına bir ip atılsın, ya kendimi asıyım ya da o ipe tutunup çatıya çıkayım diyoruz. Ya çok iyi ya çok kötüyü düşünüyoruz. Oratalama bir yerden başlamak kimsenin işine gelmiyor sanki .

ve kahveden bir yudum alınıyor...

Kendimize uzaktan bakıyorum. Yorulmak için daha çok erken, canlanması gereken yüzler var karşımda. Seyyar bir ayna var sanki hayatımda böyle zamanlarda kendimize bakmak için olur olmadık yerlerden kendini gösteriyor. Beni bana baktırıyor...

Zamansız gelen sürprizler de var yok değil :) felaket dememem ondandır.

Kahveler bitmiş , telve telve yorumlar kendini gösteriyor bu kez de...