29 Kasım 2009 Pazar

Anlatılması lazım gelen evler

Bayram münasebeti nedeniyle kapısı çalınan, aralanılan, ardına kadar açılıp içeri buyur edilen evler... O evlerin bir kısmı çocuklukta metrelerce uzunlukta koridorları, kocaman odaları olduğu düşünülen ancak gel zaman git zaman sonra yaş büyüdükçe, beden de yaşa ayak uydurunca o kadar da büyük olmadıkları farkedilen bayramlık , ilginç olan; kokuları değişmeyen, renklerinden de çok ödün vermemiş olan evler. İçerisi kalabalık, kalabalık oldukça da neşesine neşe katanlar.

Bayram nedeniyle sayısı artan ev nüfusu, kalabalıklar azalınca başbaşa kalan, kalabalık sebebi, yüzleri çizgili, elleri benekli insanlar. Bir o kadar da yorgun ama dinç bedenler. Çaktırmadan titreyen eller, tutulan bele elle destek vermeler. Ama aynı zamanda evindekilere ikram edemediği birşeyler kalmasın diye çırpınan o güzel ev sahipleri.

Bu evlerden biri çocukluk yıllarında tanışılmamış, kapısı değil aralanmak henüz görülmemiş ama gençlik yıllarında içinde yer almaya gönüllü olunan, bir apartmanda yan dairesine komşu olunmaya layık görülmüş bir hane oluverir. İyi ki de olmuştur. Çünkü o komşu dairedeki komşu teyze; al yanaklı, tombul, güler yüzlü, netice itibariyle başında haresi, sırtında bi çift kanadı eksik bir bayanın evidir.

Kasımpatı alınır, evinin kapısı çalınır eldeki çiçekler evin içine girince oracıkta sönük kalır. Bu evin odaları duvar kağıdı kaplı, vitrinleri oymalı, avizeleri de genellikle yumurta ampüllüdür. Cam kenarlarında menekşeler dizi dizidir, bazılarının koltuk kenarlarında ''koltuk cepliği'' denildiğini sandığım, içine; gözlük, tv kumandası, tespih vs konulan ayrıntıların olduğu ama koltuklarına oturulduğu andan itibaren dinlendiren evlerdendir. Eski defterler açılır, yenilerle kıyas yapılır '' ahh ah'' denilir akabinde '' şu yaştayım ama nasıl geçti sor, anlamadım'' dedirtir...

işte o anlatılanların hepsi '' nasıl geçtiği anlaşılmayan'' o yılların dilim dilim kesitleridir. Saatler birleşip ömür pastasını tamamlama yolunda hızla ilerliyordur. Karşısında geçilip oturulan o insan yerine düşünülür, işin içinden çıkılmaz gençlik hallerine dönülür. Ama o haller zamanı dondurur, duvarları huzur boyalı odalarda kendini dinletir insana. Bayramlar da buna sebep oldukça iyi ki varlardır...

14 Kasım 2009 Cumartesi

ruhun, hani şu...

Salıncaklar sallandırıp yüksek tepelerde, nefesini tutup, aşağıya bakamayarak gözünü kaçırmak istemen, garip! Soluğun boğazında bir iki saniyeliğine hiç değilse düğümlense ve birden yeşilliği görüp rahatlama hissetsen...Yere bazsa ayakların salıncaktan korkunca birden. Kollarını ardına kadar açamazsın bu yüksek tepede kurulu salıncakta şimdi...diyelim ki açtın o narin kollarını ardına kadar, salıncağı kuracak tepe bulamazsın bu kez. İç çekip yoluna devam!

Ruhun...içindeki o garip şey. Kimi zaman sis bulutu, kimi zaman külçe altın, bazen çöp tenekesi hatta. Acımasız, kimseye olmasa da kendine bazen. Elinde olmadan bir başkasına. Öfkeli, hırçın soluk içinden kopup giden...Heyecanını tutamayıp ağzından çıkacakmış gibi hissettiren. Etraflıca boşluklar olduğunda da, gazete kağıtlarını, tutam tutam pamuğu boşluklarına tıkıştırmak istediğin. Halatlarla bağlasan yerinde tutamayacağın, yaksan yakamayacağın, buhar olsa havaya karışsa dediğinde daha da şiddetli kaynayan, çıkış yolu bulamayıp yine su damlalarını içine serpiştiren...


iç çekip aniden yoluna devam...kocaman iki ağaç var ilerde bak! yamacın başında. hadi kur salıncağını da ayaklarını sallaya sallaya nefesini tut yeniden!


Nasıl birşey? zamanın mı var? yoksa zamanın mı dolar o an?